Türkiye’nin şu anda içine girdiği trendi yeniden, çözümsüzlüğün kendini çözüm olarak dayattığı yeni durum olarak görüyorum. Bu yeni durumu önceki birkaç yazımda üç ana sorunun bugün gelinen noktadaki görünümlerinden kalkarak tesbit etmiştim. Kıbrıs, AB ve Kürt sorunu.


Daha Referans gazetesinde yazmaya başladığım zaman oluşan ve halen de süren okur çevrem içinde liberal, solcu okurlarımın yanı sıra AK Parti’li veya sempatizanı ciddi bir okur çevrem de oluşmuştu; pasif bir okur da değillerdi, fikirlerim üstüne görüşlerini, eleştirilerini de bana aktarıyorlardı. Ortak noktalarımız, o tarihlerde farklılıklarımızdan daha fazla oluyordu.


AK Parti’nin ikinci evresi dediğim son seçimlerden buyana bu yeni evrede eleştirilerim nedeniyle AKP’ye haksızlık yaptığımı düşünüyor birçoğu. Fakat giderek kendilerinin de bu gidişten rahatsız olduklarını anlayabiliyorum. Rahatsız olanlar AKP’ye eleştirileri kabul etmekle birlikte bunun geçici olduğunu düşünüyorlar. Geçici olmasını kuvvetle temenni ediyorum ama bu okurlarımı üzmek bahasına da olsa öyle düşünemediğimi söylemek zorundayım.


Sağlık hizmetleri başta olmak üzere ve AB’ye uyum programı doğrultusunda AKP’nin son derece önemli reformlara imza attığını geçmişte hep yazıp söyledik. AKP hiçbir şey yapmıyor da denmiyor,fakat iktidarın stratejik alanlarda çözümü sağlayacak değişim dinamizmini yitirdiğini görmemek mümkün değil.


Sorunları çözememek ayrı bir şey, çözmek her zaman çözüm isteyen tarafın elinde olmayabilir, nitekim sözünü ettiğim üç alanda da meselelerin halli açık ki yalnız iktidara bağlı değildir; çok aktörlü, çok yanlı ilişkilere bağlı ve bu nedenle de çözümü karmaşık sorunlar bunlar. Ayrıca bu sorunlar tarihsel ağırlıktadır ve uzun zamanlar içinde çözülmeden kaldığı için tarihselliği yanında yapısal özellikler de kazanmışlardır. Zaten bu nedenle de stratejik sorunlar diyorum bunlara. Sevmediğim bir örnekleme ama açıklayıcı olduğu için vereyim, bir savaşta müstahkem mevki anlamınadır stratejik sorun olmak, o tepeyi ele geçiremezseniz ele geçirdiğiniz diğer mevziler anlamsızlaştığı gibi onları yitirebilirsiniz de. Asıl bu müstahkem mevkileri kazanma noktasında sizdeki değişim iradesi, kararlılığı ve değiştirme potansiyeli kendini açığa vurur.



Çözememek, çözüm sürecinde yanlışlar yapmak ayrı bir şey ama çözüm iradesini yitirmek ve çözümsüzlüğü çözüm politikası yapmak da başka bir şeydir. 
Benim eleştirdiğim veya bir saptama yaptığım durum bu ikincisidir. Bu üç alandan baktığımda genelde AKP iktidarının değişim enerjisini ve kararlılığını yitirdiğini veya en hafifiyle söylemek gerekirse değişimciliğin sınırına dayandığını ve bu durumu kalıcı bir politikaya dönüştürme yolunda olduğunu söylüyorum.



Burada üzerinde dikkatimizi yoğunlaştırmamız gereken nokta değişim yerine yeni bir statüko tesisi yönündeki yeni bir politik rotanın bilerek veya kendiliğinden çiziliyor olmasıdır. Bu ise demokrasi sorunuyla yeniden ve yeniden yüzleşmeyi gerektirir.


AKP üç dönem iktidarda olmanın ve yüzde elli üstünde bir çoğunluğa sahip bulunmanın ve bu tabloya ek, karşısında demokratik dişli bir muhalefetin olmayışı sonucu eldeki çoğunluğa dayanarak kendiçoğunlukçu statükosunu kurma yolundadır. Bu nedenle de radikal bir siyaset gerektiren bu üç alanda da değişimci değil yeni dengeler içinde eski statükoyu koruma yolunu tutmuştur.


Yeni statükoculuğun demokrasi konusunda yarattığı ve yaratacağı en önemli sorun çoğulcu demokrasiden uzaklaşıp yeni tarzda bir tek parti tek şef anlayışının yerleşmesidir. Bu dediğimin örnekleri giderek çoğalıyor. Eğitim reformu adı altında 4+4+4 formülüyle popülerleşen tasarı bu dediğimin en çarpıcı örneklerinden biridir. Getirilen sistem isterse mucizevî çözümler içermiş olsun biçim olarak sakat. Sakatlık eğitim sistemi gibi herkesi ilgilendiren ve uzman görüşlere çok ihtiyaç duyulması gereken bir konuda gelişigüzel hazırlanmış bir taslakla çıkıp, meseleyi yalnızca parlamento içine hapsedip, oradaki tartışmaları dahi iyi yönetemeyip çözümü kendi çoğunluğunadayandırmaktır. Bu taslağı eleştirenler ise haksız da olsalar tartışma yerine polisin tazyikli su ve biber gazıyla karşılaşıyorlar.



Eğitim sorunu gibi soğukkanlı tartışılması gereken bir konuyu biber gazı altında tartışan bir ülkeyiz. Getirilen taslak mükemmel bile olsa biber gazlı, kavgalı, yumruklu tartışmaların görüntülerinin çocuklar, gençler için nasıl bir eğitici işlev göreceğini dahi düşünmekten aciziz.
 Eğitim konusu, sistemlerden önce zihniyetlere bağlı bir sorundur. Çocuklara gençlere eleştirici düşünme yeteneği kazandırmayan, katılmadan eleştirilemeyeceğini öğretmeyen bir toplumsal/siyasal yapı içinde, doğru olan kesintili eğitim formülleri bile aynı kapıya çıkar.



Yani kesintisiz, farklılıkları yok sayan dikişsiz, monolitik bir toplum için yeni insan yetiştirmek.