Kimi sloganlar vardır hayatın içinde çıkıp gelirler, tıpkı “bu daha başlangıç mücadeleye devam” gibi. Bu sloganı ilk Emek Sineması için bir eylem için duyduğumda içimde; ‘ya gene büyük söz’ demiştim içimde. Ancak bir hafta sonra 31 Mayıs 2013 günü bu sloganın nasıl yüzbinler tarafında atıldığını gördüğümde/katıldığımda ‘hayat bazen sloganlardan doğar’ demiştim. Uzun yıllardır, her defasında kendimi daha da katarak attığımız bir diğer sloganımız da “ya hep beraber ya hiç birimiz.” İşte şimdi/bugün tam da böyle bir şey yaşıyoruz.

Devlet/iktidar ‘barış’ kelimesini ve içinde ‘barış’ kelimesi geçen cümleleri yasaklayacak hale geldi. ‘Barış istiyorum’, ‘çocuklar ölmesin’ dediği için bir öğretmen/Ayşe Çelik gözaltına alındı ve savcılıkta; “PKK’nın yapmış olduğu hiçbir eylemi kesinlikle tasvip etmiyorum. Bunları televizyonda söyleyemedim. Söz konusu eylemler nedeniyle ben de mağdur oldum” dedikten sonra soruşturmaya gerek olmadığı kararına verildi. Şimdi ise; “Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkum etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir” dedikleri için akademisyenler gözaltına alınmaya başladılar.

Hatırlarsınız, başka bir resim vardı Kürt Çiftçi İbrahim Çay’ın bir resmi. Geleneksel Kürt kıyafetleri giyip sosyal hesabında paylaştığı için bir asker cenazesini bahane edenler insanlar İbrahim Çay’ı evinde alıp Fethiye meydanında götürüp linç ettikten sonra Atatürk’ün büstünü öptürmüşlerdi. Hepimizin devletin itina ile yetiştirip büyüttüğü bu ülkenin o “makbul vatandaş”ndan/kendimizden, bu ülkeden bir kez daha nefret ettiğimiz bir resimdi. İbrahim Çay’ı evinde alan, götürüp linç edenler kendisinin iş arkadaşları, birlikte çay içtikleri komşularıydı. İsmail Saymaz bugün bu olayı yazıyor. İbrahim Çay, soruşturma kapsamında alınan ifadesinde, saldırının yaşandığı gün Jandarma’dan “Durmuş Başçavuş” adlı kişinin kendisini arayıp, “Evin etrafında saldıran kişi var mı” diye sorduğunu, ardından, “Saldırı duyumu aldık. Dikkatli ol. Devriyeyle sana geliyoruz” dediğini anlatıyor.

Kim nasıl haber etmiş jandarmaya? Burada aslında olayın iç içer organize bir şey olduğunu düşünmemek elde değil. Hani bu ülkenin başı esnaf için; “gerektiğinde cephede vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir. Gerektiğinde adaleti sağlayan hakimdir, hakemdir. Gerektiğinde de şefkatli bir ağabeydir, kardeştir. Taksici, şoför deyip geçemezsiniz. Mahallenin ağabeyidir, mahallenin bekçisidir. Bakkal, kasap, manav, terzi deyip geçemezsiniz. O mahallenin adeta ruhudur. Sokağımızın, semtimizin vicdanıdır” diyerek bir kez daha altını çiziyordu bir konuşmasında.

Evet, bu ülkede/Türkiye'de devletin yanında yalaka/sadaka bekleyen ve ellerinde/tezgâhlarında her zaman sopa saklayan bir esnaflar, bir de üniversitelerde "akademisyen"ler oldu. Esnafın gözü her zaman kendi sokağındaki Rum'un, Ermeni'nin, Alevi'nin Kürdün işyerinde/dükkânında, "akademisyen"inde devletin üniversitede kovacağı vicdanlı/adil insanların yerlerinde! İkisi de aynı alçaklığın/develete yalakalığın üst zirvesinde AKP ile! Kürt esnaf İbrahim Çay, Öğretmen Ayşe Çelik ve bugün onurlu/vicdanlı binlerce akademisyen, gazeteci, yazar, oyuncu, öğrenci, işçi, işsiz hepimiz ama hepimiz aynı şeyin içindeyiz; Ya bu ırkıçı/faşist/militer devlet bir kez daha elindeki bütün şiddet tekeli ile hepimizi bir kez “makbul” sınırlara hapsedecek, ya da bizler bir yüzyıldır; Ermeni soykırımı, Dersim Katliamı, 6-7 Eylül, Maraş, Sivas, Roboski, Suruç, Ankara, Sur, Cizre…hayatı elimizden alınmak istenen yerden doğru inatla mücadele ile yeniden kuracağız.

Bu ülkenin sokaklarında, ekranlarında, akademilerinde ellerinde palaları, dillerinde zehirli tümceleri, yüreklerinde kin ve nefretleri ile devlet tarafında besleme binler/onbinlerce satılık insan duruyor. Özgür akademinin bir ferdi ile tamamlarsak, California Üniversitesi, Berkeley'den Profesör Judith Butler ‘barış için akademisyenler’e dönük linç kampanyası için; “Dünya, Türkiye’nin Kürtlerle yürüttüğü barış sürecini neden bozduğunu ve arkasından Kürt köylerine kuşatma uygulayarak sivillere neden savaş açtığını kesinlikle bilmek zorunda. Sansür ve askeri kontrolün birlikteliği demokrasi için büyük bir tehlike oluşturuyor. Eleştirel tartışma ortamının ihanet olarak damgalanması, kendi iktidarını demokrasinin ortadan kalkması pahasına genişletme amacında olan devletlerin eski ve savunulamaz bir taktiğidir.”

Dünya, Türkiye’nin Kürtlerle yürüttüğü barış sürecini bozarak, Kürt köylerini kuşatıp sivillere neden savaş açtığını bilmek istiyor mu, bunun için bir çabası olacak mı, buna dair pek de olumlu akan bir şey yok. Ancak bu ülkede yaşayan bizler/devlet aklı ile düşünmeyenler çok iyi biliyoruz. Bildiğimiz bir şey daha; YA HEP BERABER, YA HİÇ BİRİMİZ!