Tevfik Fikret, “Sabâh olur, geceler/ tulû-ı haşre kadar sürmez,” dese de bazı geceler insana hiç bitmeyecek, sabah hiç olmayacak gibi gelir. 3 ocak perşembeyi 4 ocak cumaya bağlayan gecedeyim, saat gecenin üçü. Dışarıda derin bir sessizlik var, yalnızca yağmur damlalarının cama vuruşlarının tıpırtısı, sobada yanmakta olan kömürün çıtırtıları ve arada bir sokak kedilerimizi soğuktan korumak için yaptığım korunaktan beni üzen hasta aksırıkları geliyor; iyileştirmek için aklım onlara kaysa da gerçekte bütün varlığımla başka yerdeyim ben.


Tahrir Meydanı’nda.


Yarın orada ne olacak?

Dehşetli merak içindeyim. Orada direnen güzel insanlara ne olacak, o meydan kan gölüne mi dönecek yoksa Tahrir Meydanı yaseminlerin, sedirlerin, güllerin, karanfillerin açtığı bir çiçek tarlası mı olacak? Ölesiye merak ediyorum.

Merak sözcüğü irkiltiyor beni, yabancılaştırıyor, dışarıdan bakan biri olduğum gerçeğini yüzüme vuruyor. Kendimi komşuyu seyreden biri gibi hissediyorum. Oysa gerçekte sınırların ne önemi var, mümkün olsa da diyorum bu gece hepimiz oraya akabilsek, toplaşabilsek o meydanda.


Bir olsak...

O da olacak biliyorum. Tüm sınırlar kalkacak bir gün. Hepimiz dünya vatandaşı olacağız. O zamana dek komşuyu “merak” etmeyi de anlamlı buluyorum.

Yine yağmur damlalarının tıpırtıları, yine kedilerimin aksırmaları ve derin sessizlik... Gece bitmiyor bir türlü...


Yarın ne olacak?

Bu soru birden beni 15 Kasım 1987’yi 16 kasıma bağlayan bir başka uzun geceye sıçrattı. O sabah politik göçmenlikten Türkiye’ye döneceğim. Karım Çiçek’le el eleyiz ama hiç konuşmadan gecenin sabaha kavuşmasını bekliyoruz. Konuşmuyoruz, birbirimize sormuyoruz ama kafamızdaki soru aynı: Yarın ne olacak?

Böylesi uzun gecelerden birini de PKK’lilerin Habur girişinde yaşamıştım. Çok yazık ki, bir hayalkırıklığı olmuştu devamı.

Biliyorum. Bu yazımı okuduğunuzda cuma günü de bitmiş olacak. Dün ne olduğunu biliyor olarak okuyacaksınız. Bu yazı bu nedenle çok anlamlı gelmeyebilir okunurken. Fakat kanımca cuma günü ne olursa olsun yine de gece uzun sürecek.

Tahrir Meydanı’nda isyan bayrağı açan halk yarın, –eğer olursa- kendilerine yönelik şiddete boyun eğmeyeceklerdir. Muhalefet bir gecede doğmadı Mısır’da; otuz yıldır uğraşıyorlar. Uzmanı değilim ama yarım yamalak bilgilerimle de olsa biliyorum, Mısır’da muhalefet geleneği öyle Batı taklidi olmayan, orijinal ve geleneksel felsefi, düşünsel köklere sahiptir. Sahicidir. Sanıyorum, zamanla daha iyi göreceğiz bu gerçeği.

Bizdeki muhalefet geleneğiyle kıyas bile kabul etmez, o nedenle bizim Kemalistlerimizin Mısır’a bakıp kendilerine pay çıkarmaları son derece komik oluyor. Son on, on beş yılı dışlarsak böyle bir muhalefeti bizim ülke ne zaman gördü? Üstelik o muhalefetin bir ayağı iktidarda bugün, şimdi mumla demokratik muhalefet aramaktayız. Ergenekon’u sahiplenmeyi muhalefet mi sanmaktasınız?


Mübarek’in işi zor ama Mısır halkının işi de kolay değil, Mısır Tunus’tan farklı.
Tunus’a göre büyük ve kalabalık bir ülke, ABD ve Batı için, İsrail için çok daha stratejik bir yer. Dış güçler, petrol ve silâh tekelleri Mısır’ın geleceğini kendileri açısından bir belirsizliğe terk etmek istemeyeceklerdir. Obama, Mübarek rejiminin kontrollü değişimini istiyor, fakat modern firavunlar rejimi özellikle 1977 Ekmek İsyanı’ndan bu yana halkın başkaldırmasına karşı öylesine devasa polis devleti aygıtı yarattı ki bu aygıtı Mübarek bile kolay durduramaz şimdi. Çıkar, ulufe, rüşvet ve zulüm ortaklığı ile birarada olan bu aygıt kendi geleceği için Mübarek gitmek istese de eteğinden çeker, onu kolay bırakmaz. Ordunun da işi zor, eğer halkın üstüne giderse, darbe yaparsa kalan itibarını da yok eder.

Zaten Mübarek’in de şiddeti zamana yayarak halkı yorgun düşürme taktiği izleyeceğini sanıyorum. Kan akıtıp iç savaş görüntüsü vererek kendini istikrarın güvencesi olarak göstermek, bu yolla orduyu yanında tutmak, muhalefet güçlerini bölmek ve kendisine açık destek verebilmeleri için Batı’ya gerekçe üretmek yolunu deneyebilir.


Yani geceler uzun olacak.