Yeniden bir seçim gündemi ile karşı karşıyayız. Ülkenin ve halkların çıkarına olmayan bir seçim... Ülkedeki tüm demokrasi çözüm dinamiklerini yok sayan, adeta dayatılan seçim... Ülke sorunlarını kendi yol ve yöntemleriyle çözmeye çalışan AKP ve Erdoğan, milyar liralar harcamak suretiyle, ekonomik istikrarsızlığı daha da derinleştirecek bir seçime daha götürüyor ülkeyi... Yapılacak seçimin yoksulu daha da yoksullaştıracağı, ülkedeki siyasal belirsizliği derinleştireceği, toplum içindeki kutuplaşmayı keskinleştireceği açık... Durum bu olunca, yani sadece bir zümrenin çıkarlarına hizmet eden bu seçim gelip kapıya dayanınca, sağlıklı seçim analizi yapmak Kürt Siyasal Hareketi açısından daha da önem arz ediyor.
Bilindiği üzere önce HDK ardından HDP mevcut sisteme muhalif tüm sol-sosyalist, mütedeyyin, kısacası tüm ötekileştirilmiş kesimlerin ortak mücadele zemini olma iddiasıyla siyaset sahnesine girdi. Türkiye'nin tüm dinamiklerini örgütlemeyi hedef alması itibariyle "Türkiyelileşme" lafına oldukça ihtiyaç duyduğu ve bu sözü kullanmayı bizzat tercih ettiği sonucuna ulaşabilmemiz mümkün. Öyle ki siyaset uzmanı sıfatına sahip olan-olmayan tüm televizyon yorumcuları, konuşmalarına "HDP Türkiyelileşmek istiyorsa" cümlesiyle başlayıp, bir dizi nasihatle devam eder oldular. Elbette kavramları herkesin kendine göre yorumlaması olası... Ancak bu "Türkiyelileşme" lafından varılacak en son nokta, Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı haklarının, kültürel değerlerinin, örgütlülüğünün, ulusal birliğinin, halk olarak gelişiminin göz ardı edilerek, bunları yok sayarak Türk halkıyla entegrasyonu yorumudur. Nitekim yapılan yorum ve nasihatlerin aslında tüm bu değerlerin yok sayılmasına dair olduğu anlaşılıyor. Kısacası bu algı yönetimiyle, "Türkiyelileşme" kavramının aslında sığdırılmak istendiği nokta "Türkleşme"dir. HDP içinde de bazı unsurların ya da bileşenlerin, bu algı yönetiminden etkilendiklerini gözlemlemek mümkün. Nitekim Kürdistanî öğeler taşımayan bazı çevrelerin Kürtlerin Birliğine ters düşen beyanlarını görmekteyiz. Bu beyanlar kötü niyetle verilmiş beyanlar olmadığı gibi, bunun HDP içinde belli bir huzursuzluğa neden olduğu, bu açıklamalarda bulunanların başta Selahattin Demirtaş olmak üzere parti yönetimi tarafından uyarıldığı biliniyor. Bu beyanları en iyimser yönlerimizle kritik etmeye kalkışsak bile varacağımız sonuç, Kürtlerin hassasiyetlerin bu ittifak güçleri tarafından yeterince içselleştirilememesi nedeniyle, yukarıda bahsini ettiğimiz bu "algı yönetimi"nden etkilenme ya da bilinçaltının dışa vurumu olacaktır.
Tüm seçim otoriteleri, araştırma şirketleri, siyaset bilimciler vs. HDP'nin almış olduğu % 13.1 oyun neredeyse tamamına yakınının Kürtlerden geldiği görüşünde birleşiyorlar. Bu aynı zamanda Kürtlerin toplumsal olarak ayrışmasını ifade ediyor. Bu nedenle HDP'nin asıl uğraş alanı ve hedefi, bu reel durumdan yola çıkarak "Kürdistan'a Statü" kazandırmak olmalıdır. Uçların bu denli keskinleştiği bir dönemde Kürdistanî değerlerin ön plana çıkarılması, Kürtlük adına, kazanımlara yenisini katabilir. Merkezine Kürdistan'a Statü kazandırmayı almayan bir HDP bu algı operasyonlarının etkisini daha fazla hissedecek, şu an münferit derecedeki etkileşim gelecekte ciddi bir tehlike olarak önümüze çıkabilecektir. Zira bu ortak mücadele zeminini önemli ve hayati bulduğum gibi, seçimdeki kazanımları sadece Türkiye sol-sosyalist güçlere ve bu sinerjiye bağlamak, Kürdistan toplumunun duyarlılıklarını görmezden geleceği gibi, mütedeyyinleri de küstürecektir. Kürt halkının 7 Haziran seçimlerinde gösterdiği başarı nedeniyle onure edilmesi, hem yeni bir motivasyon sağlayacaktır hem de bizi daha objektif bir seçim analizine götürecektir.
Bu tespit yapılırken, yani Türkiyelileşme algısına karşı HDP'nin, Kürdistanî değerleri öne çıkarmasını savunurken, Türkiye sol-sosyalist güçleri ile böylesi stratejik ortaklık geliştirmesine karşı değiliz. Bu ittifak sonuna kadar desteklenmelidir. Bizi kalıcı bir barışa ve nihai çözüme götürecek olan bu ortaklık ve duygu birliği olacaktır. Bu ittifakın bir tarafı olan Kürtlerin esas hedefi, Kürdistan'a statü kazandırmak, aynı şekilde Türkiyeli muhalif sol-sosyalist güçlerin çalışma alanı da Türkiye'nin demokratikleştirilmesi olmalıdır. Her iki anlayışı temsil eden bileşenlerin, böylesi bir güç birliği ile uyum içinde çalışması, her iki tarafın çalışmalarıyla birbirinin önünü açması, her iki tarafın başarılı olmasını sağlayacaktır.
Tam da bu noktada Kürt Siyasal Hareketinin Kürdistan'da "Öz Yönetim" tartışmalarını başlatmış olması son derece hayati ve doğru bir tartışmadır. Bazı merkezlerde "Öz Yönetim" ilan etmiş olması da toplumun geniş kesimlerinin bunu tartışmasına olanak yaratması ve dinamikleri işletmeye yönelik bir adım olması hesabıyla ilerici bir hamledir. Zamanlama ve yöntem olarak eleştiriler olabilir. Bu anlamda Öz Yönetim ilanları gerginliği belli oranda arttırmış olabilir. Bu eleştiriler anlaşılırdır. Lakin özü itibariyle, Öz Yönetim ya da Özerklik tartışmaları Kürdistan'ın statü sahibi olmasına hizmet eden tartışma ve eylem biçimleridir. Zira Amed Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Fırat Anlı "Türkiye Özyönetimle yüzleşmeli" derken bu gerçekliğin tartışma kapılarını aralıyor. Elbette bundan kastım "Kuzey Kürdistan'ın yönetim biçimi Öz Yönetim olacaktır" değildir. Bu bir tartışmaya olanak sunmadır ve Kürdistan'daki tüm dinamikleri bu tartışma sürecine katmaktır. Tartışmak da ilericidir. Bazen hoşa gitmeyen sonuçlar doğursa da demokratiktir. Demokrasi iyidir.