Türkiye'nin iki yakası için de önemli bir o kadar da yakıcı bir süreç yaşanıyor. Kürdistan yakasında, malum şiddetli bir savaş hali var. Her gün farklı sloganlar ve farklı renklerle omuzlara alınan cenazeler kaldırılıyor. Derme çatma evlerden, harabelerin arasından yatak, battaniye sırtlayarak göç eden insanlar dolduruyor televizyon ekranlarını...

İlk zamanlarda kimsenin bu noktaya geleceğine dair doğru tahmin yürüttüğüne dair ciddi bir öngörü ortaya koyduğunu söyleyemeyiz. Görmedik de duymadık da... Ama bundan sonra bizleri nelerin beklediğini tahmin etme öngörüsüne sahibiz. Nitekim savaş gerçek manada ölümlerle, yıkımlarla, acılarla yüzünü gösteriyor gün geçtikçe... Ama her birey ya da kurum meselenin bu boyutlara ulaşacağına dair tahminlerde yetersiz kaldı.

Herkesin bir görüşü vardı. Herkes şu veya bu oranda yorum sahibiydi. Ancak bunların hiçbirinin yaşananlarla birebir örtüşmediğini söyleyebiliriz. Bir kısmımız hendek arkasındaki gençlerin bu kadar direneceğini düşünmüyordu. Bir kaç güne "isyanın" bastırılacağı fikri ağır basıyordu. Bir kısmımız İmralı'dan gelecek "hayırlı bir haberle" meselenin savuşturulacağını savunuyordu. Diğer kısmımız da bir şekilde ara bir formül bulunacağını, gençlerin, ne şiş, ne kebap yakarak çekileceğini savunuyordu. Bunların hiç biri olmadı.

Olmayınca ve bedeller iki savaşan güç için ağırlaşmaya başlayınca daha fazla konuşulur olmaya ve "çözüm" fikri daha da derinlikli tartışılmaya başlandı. Tabi bu çatışmalar sadece savaşan iki tarafı değil, sivil bölge halkını doğrudan ilgilendirir hale geldi. Zira ekonomi çökmüştü. Sadece savaş alanlarında yaşayanlar değil, dışında kalan kesimler gerek ekonomik, gerekse de toplumsal sorunlardan direkt olarak etkilenir oldular. Bu nedenle çözüm için daha fazla mesai tüketmek, daha fazla sorumluluk bilinciyle çeşitli organizasyonlar düzenlemek, elini taşın altına almak ertelenemez bir görev oldu.

Bu organizasyonlar, Kürt Siyasal Hareketi ve devleti temsil eden kurumlar tarafından yapıldığı gibi sivil örgütler tarafından da yansımasını buldu. Bu vesileyle yapılan toplantıların bir tanesi geçtiğimiz gün Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası öncülüğünde yapılan "Çözüm Çalıştayı"ydı. Bu toplantıyı önemsediğimi ve değerli bulduğumu ifade etmeliyim.

Toplantıya katılanların çoğunda, çatışmanın bitirilmesi ya da ekonomik göstergelerin değiştirilmesinin sorunu tümden ortadan kaldırmayacağı, kalıcı bir çözümün mutlak anlamda "Kürdistan'a Statü"den geçtiği düşüncesi hakimdi. Dolayısıyla meselenin sadece ekonomik yönünü tartışmanın, ekonomik olarak "ıslah" etmenin yetersiz bir yaklaşım olduğunda ortak bir kanaatin varlığını gözlemlediğimi ifade etmeliyim.

Çalıştaya katılanlar farklı görüşleri ifade etse de, tüm fikirlerin, bireylerin özgün düşünceleri olması hesabıyla objektif değerlendirmelerdi. Böylesi değerlendirmeler, herhangi hiyerarşik hesap taşımadığından kanaatimce daha değerlidir. En yaygın kanı, hendeklerin eleştirilecek yanları bulunsa da "statü" tartışmalarını başlatması bakımından, çözüme hizmet ettiğiydi. Devletin pervasız şiddeti ve akabinde "çözüm önerisi" diye ortaya koyduğu "Islahat Planı"nın toplumun aklı ile dalga geçmek olduğu havası vardı. Bu da aslında devletin çözümde değil "çözümsüzlükte" ısrar ettiğinin göstergesiydi.

Kürt Siyasal Hareketine ilişkin yapılan birtakım değerlendirmeleri de dikkate almak gerektiği kanaatindeyim. Zira Kürtlerin, statü talebiyle alakalı kafasını netleştirmek gerektiği ihtiyacı olduğu vurgulandı. Kürtlerin en büyük talihsizliği ve başına gelen felaketlerin nedeni "devletsizlik"ti. Bu nedenle, kafaların bu konuda netleşmesi ihtiyacı elzemdi. Devletin, Kürtlerin bu amaçlarına ulaşmaması için topyekün bir savaş konseptine giriştiği, Kuzey Kürdistan'daki çatışmalarla bağlı olarak Rojava'ya dönük bombalamaların da bu konseptin bir parçası oldu vurgulandı.

Bu askeri saldırılar, uluslararası arenada Kürtleri yalnızlaştırmaya dönük lobi çalışmalarının, Kürdistan halkına yönelik saldırıların derinleşeceğine dair önemli bir gösterge olduğu sıkça dile getirildi. Böylesi toplantıları gelecekte yapamama riski özellikle vurgulandı. Buna dair kullanılan bir ifade dikkat çekiciydi: "Bunlar iyi günlerimiz"

Mevcut iktidarın pervasızlaşarak, Kürtleri kendi çıkarına olmayan, korku ve şiddetle sindirerek bir tercihe zorladığına dair saptama önemliydi. Kürtlerin barıştan, diyalogdan, demokratik çözümden yana olduğu, ancak illa bir tercih yapılması gerekirse, "hendeklerin diğer tarafında" olunacağına dair görüş toplantının ana fikri niteliğindeydi.