Hayatın içindeki ölüm şiddeti ile ölümün içindeki yaşam ısrarı...

Katliam müsamereleri...

Toplumu kuşatan şiddet eğilimleri ve bu şiddeti kutsayan otoriter çağrışımlar...

Otoritesini otosansürle pekiştiren güncel veriler, uygulamalar ve argümanlar...

Ölenin kimliği ile ölümün haklılığından bahseden trajik vahşet anlayışı...

İntikam ayinleri...

Sürüp giden cani kıyımlar ve soğuk bedenler...

Kefensiz, topraksız, meçhule giden ölüler...

Kent kalabalığında ayaklar altında çiğnenen insanlık onuru...

Ve daha nice kayıt dışı hak mahrumiyeti tüm çıplaklığıyla orta yerde dururken acılara kayıtsız kalmak mümkün mü?

Kedere kapılmamak, dertlenmemek mümkün mü?

Sessiz kalmak bir bakıma kabullenmek değil midir olup biteni?

Darda olanlara, zulme uğrayanlara el atmak sığındığımız kutsalların referansı değil midir?

"Haksızlığa sessiz kalan dilsiz şeytan" diyen İslâm dini değil mi?

İsa Peygamber demez mi " susayanlara su verin" diye?

Bütün bunları bilip acıya ıslık çalmak vebalin en ağırı değil midir?

Evet bu ataerklik tahkimli bir suç ortaklığıdır. Merkezden çevreye toplumun kahir ekseriyetini saran bir suçluluk halidir. Saadeti sefalette mevcut toplumsal bir cinnet halidir.

İnsanlığı unutup kimlikleri kutsadığımız bu dönemde, cezbedici olanın kana bulanmış ideolojiler olduğunu bilmeliyiz.

Bu kandırmacalara can verdiğimiz için ne kadar kahrolsak azdır!

İnsanlığın erdemlerine sırt çevirip kutsadığımız ideolojilere lanet olsun!

Olan bitenden habersiz öldürülen çocukları kurtaramıyorsak eğer, varlığımıza lanet olsun!

Ölüm makinesi gibi sokaklarda can alan törelerimize lanet olsun!

Bize can veren analarımızın, canımız olan eşlerimizin eceli olduğumuz için erkekliğimize lanet olsun!

Bebekten katil yaratan karanlığa meftun anlayışın hüküm sürdüğü bu topraklar, cehennemden günler yaşamaya müstahaktır ya kurunun yanında yaş da yanıyor.

Acı olan budur, tüm zamanların acılarına bedeldir.

Kayıp giden yıldızlara yana yana yokluğa meylediyoruz.

Peki ya bekleyenler, ağıt yakanlar, yolunu gözlediklerinin yolunda kaybolanlar!

Kor ateşi gibi yanan yüreklerin çığlığını, tutuşan zihinlerin feryadını ne zaman duyarız?

Ne zaman ateşi alevlendirmek yerine küllerine su serperek ağaç dikeriz?

Bir sabah erken kalkıp, düşlediklerimiz için bir bayram yapsak hiç değilse!

Olmaz mı ha?