BAYAN CLINTON’IN SORULARINA CEVAPLAR 3

22 Temmuz 2009 günü ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın onayıyla Washington’dan Ankara’daki ABD Büyükelçiliği’ne “Tarikatlar, Kürtler ve İslam ve Türkiye” başlıklı bir telgraf gönderildi. Taraf Gazetesi tarafından yayınlanan Wikileaks Türkiye belgeleri arasında yer alan bu telgrafta yer alan soruları cevaplamayı sürdürüyoruz. Dizinin son bölümünde Türkiye Müslümanlarının İslam dünyasıyla ilişkileri ve Müslüman olmayanlara nasıl baktıkları üzerine üzerine soruları ele alıyoruz:

Soru 1: Türk Müslümanlar dini rehberlik için Türkiye dışına bakıyorlar mı ve hangi kaynaklara ya da kişilere bakıyorlar?

İran Devrimi’nin çok uzun sürmeyen etkisi bir kenara bırakılacak olursa dünyadaki İslamcı akımların Türkiye’de yakından izlenmekle birlikte herhangi bir ciddi etkisinin olduğunu söyleyemeyiz. Buna bağlı olarak çokuluslu İslamcı örgütler ülkemizde kurumsallaşamamıştır. Örneğin yıllarca önce belli bir ilgi uyandırmayı becermiş olan Hizbüttahrir üst üste polis operasyonlarıyla marjinalleşmiş, Müslüman Kardeşler ise entelektüel çevrelerin ötesine geçememiştir. Bu noktada yegane istisnanın El Kaide olduğu açıktır. Bu uluslarötesi şebekeyle doğrudan veya dolaylı olarak bağlantılı çok sayıda Türk vatandaşının Afganistan, Irak gibi bölgelerde savaştıklarını biliyoruz. Yine El Kaideci Türklerin 15-20 Kasım 2003 tarihlerinde İstanbul’daki dört bombalı intihar saldırısı başta olmak üzere Türkiye’de de kimi terör eylemlerine imza atmış oldukları unutulmamalı.

Soru 2: Dışarıdaki dini etkilerin Türkiye’ye nüfuz etmesine imkân veren ne gibi mekanizmalar mevcut? İslam’ın Türk tipi olmayan biçimleri ve tezahürleri Türkiye’deki gelişmeleri ve dinÓ tartışmaları nasıl etkileyebilir? Türk İslamÓ kanaat önderleri dış nüfuza ve tecrübelere ne ölçüde açık ve bu nüfuz nasıl sağlanıyor?

İslam dünyası içindeki temas ve alışverişlerin birçok farklı mekanizması mevcut. Bunların başında hac geliyor. İkinci olarak eğitim kurumları ki bu noktada Kahire’deki El Ezher Üniversitesi’nin yeri tartışılmaz. Türkiye’den El Ezher’e gitmiş olan çok sayıda öğrencinin, burada Müslüman Kardeşler hareketiyle en azından düşünsel anlamda bir ilişki kurduğu söylenebilir. Pakistan’daki İslam Üniversitesi ve bazı medreselerin de son yıllarda Türk öğrencileri cezbettiğini duyuyoruz. Son olarak basın-yayın faaliyetlerini sayabiliriz ki uzun yıllar kitaplar, bazı dergi ve gazeteler üzerinden yürüyen bu alışverişin son yıllardaki ana mecrasının televizyon, özellikle de haber kanalları olduğunu görüyoruz.

Bütün bu yoğun etkileşime karşın Türkiye’de hem dindarlık, hem İslamcılığın kendine özgü olmayı sürdürdüğünü, dışardan az etkilenip her geçen gün dışarıyı daha fazla etkilemekte olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Necmettin Erbakan’ın liderliğini yaptığı Milli Görüş hareketi, İslam dünyasıyla çok yoğun ilişkilere sahip olmakla birlikte tepeden tırnağa “milli” bir hareketti.

Soru 3: Türk Müslümanları günümüzdeki Sünni/İslam ümmete ne kadar entegre? Türk Müslümanları, Müslüman dünyanın diğer yerlerindeki İslami gelişmelerden (teolojik, sosyal ya da siyasi tartışmalardan) ne kadar haberdar ya da ne kadar dışlanmış bir halde?

Türkiye’de Müslümanların, İslam dünyasındaki gelişmelere ilgisinin her geçen gün daha da arttığı muhakkak. Bunun birinci nedeni 1980’li yıllardan itibaren tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de İslami hareketin tırmanışa geçmesi, buna bağlı olarak RP’nin önce yerel seçimlerden, ardından genel seçimlerden zaferle çıkmasıdır. 2002 sonundan itibaren AKP tarafından tek başına yönetilen Türkiye’nin İslam dünyasında daha fazla yakınlaşması, tek tek dindar bireylerdeki ümmet fikrinin daha da gelişmesine yardımcı oldu. Ancak Türkiye’de dindarların, Osmanlı’nın da etkisiyle, güçlü milliyetçi reflekslere sahip oldukları, kendi ülkelerine “İslam dünyasının liderliği” misyonunu uygun gördükleri akıldan çıkarılmamalı.

Soru 4: Anti-Semitizm ve Hıristiyanlara karşı husumetin tabandaki ifadeleri, siyasetin ve medyanın önderlerince ne kadar cesaretlendiriliyor ya da caydırılıyor?

Müslüman olmayanlara yönelik ayrımcılık maalesef Türkiye’de mevcuttur, bu bağlamda anti-semitizmin (Yahudi aleyhtarlığı) her geçen gün daha da arttığı ortadadır fakat bu noktada ana faktörün din (yani İslam) olduğu pek söylenemez. Dinle, dindarlıkla pek ilgisi olmayan, hatta kendilerine “laikliğin bekçisi” sıfatını uygun gören bazı kişi, kurum ve odakların Müslüman olmayanlara karşı ayrıımcılığın yer yer başını çektiği; özellikle anti-semitizm konusunda ideolojiler üstü garip bir ittifakın mevcut olduğu Türkiye’de kendi halindeki dindarların bu yoğun propagandanın etkisi altında kaldığı açık olmakla birlikte olabildiğince sağduyulu hareket ettikleri gözlenmektedir.