Görünenin aksine 24 Haziran’da Türkiye’de bir seçim yapılmadı. Her şey öncesinden simülasyon olarak çok iyi çalışıldı ve çalışılan program, kurulan düzmece sandıklar ile meşrulaştırılmış oldu. Türkiye’de devlet/akp 7 Haziran 2015 tarihindeki seçim sonuçlarını bir başkaldırı/ayaklanma olarak okudular ve ondan sonra savaş kararı ile yeni bir süreç başlattılar. Neden bir ayaklanma olarak okudular; Kürtlerin zaten tarihten bu yana devlete başkaldıran olarak görüldüğü, yola getirilmesi için devlet ve de onun uzantıları paramiliter gruplar tarafından onlara karşı her türlü şiddetin yasal/meşru görüldüğünü biliyoruz.

7 Haziran’da devlet aklına göre bu başkaldırıya önemli oranda –o süreçteki tartışmaları hatırlayalım; Cihangir, Nişantaşı da HDP dedi- ne Kürt, ne Alevi, ne yoksul, ne de emekçi olmayan çok başka kesimler de katılmıştı. Aslında bütün devlet aklına rağmen halklar, inançlar, kadınlar, başka başka grup ve de bireyler HDP ile düşünmenin kendilerine iyi geleceğini görmüşlerdi. “Korku ile değil, sevgi ile bir hayat mümkündür”ü kısa bir süre içinde de olsa göstermişlerdi. Bütün varlığını korku, baskı ve de şiddet üzerinden kuran devlet için bu bir isyan/başkaldırıydı. O zaman artık bütün “yasal”, “meşru” yol ve yöntemler bir kenara bırakılmalı ve bu “isyan/başkaldırı” mutlaka bastırılmalıydı.

İşte biz 24 Haziran’da bunu gördük. Neden böyle diyorum; birincisi seçim sonucunda ortaya çıkan aritmetik tablo çok net. Tayyip turu geçti, AKP kendi ırkçı bileşenleri ile meclis çoğunluğunu aldı. Buna uymayan bir durum var o da HDP’nin aldığı sonuç. Özellikle de İstanbul, İzmir ve de Ankara, Antakya, Mersin gibi illerde HDP’nin oy artışı bu ırkçı/militer devlet koalisyonunu çok daha rahatsız etmeye devam ediyor. Bütün hesap, çalışma ve oyunlara rağmen halklar HDP’den vazgeçmediler. AKP’nin borazanı kimi “uzman” gazeteci ve de akademisyen grubuna göre “HDP zaten bitmiş”ti. Ancak olmadı, HDP bir kez daha ben buradayım dedi. Bu durum HDP ile savaşlarına daha yoğunlaşarak devam edeceklerini göstermektedir.

Bir de bu seçimlerde bir Muharrem İnce rüzgârı esti. Simülasyonu hazırlayanlar bunu çok düşünmediler, onlara göre karşılarına “muhalefet”in adayı olarak Abdullah Gül çıkacaktı ve rahat bir şekilde oyun uygulanacaktı. Seçim gecesine kadar İnce başka bir şekilde konuşmaya devam etti. Hatta sandıklar açılmaya başladığında YSK önünde bir basın açıklaması ile “ben buradayım, sizler de sandık başlarında direnmeye devam edin” diye mesaj verdi insanlara. 1 Kasım 2015 seçimleri ve 16 Nisan 2016 referandumundaki AKP hilelerine karşı öfkeli CHP’lileri itina ile susturarak evlerine sokan Kılıçdaroğlu gibi durmayacak, direnecektir diye bir kanaat oluşmuştu herkeste.

Ancak ne oldu da o gece İnce’den bir daha ses çıkmadı. Devlet adına simülasyonu hazırlayanlar ile o gece İnce arasında bir iletişim kuruldu. AKP sözcüsü Ünal’ın “Muharrem İnce CHP'nin doğal lideri” sözleri bizlere yapılan konuşmalara dair ciddi bir ipucu veriyor. Seçim gecesi “devlet aklı” İnce ile konuştu;” seni anlıyoruz, ama bir de sen bizi dinle” dedi ve İnce devletin bu ayarına çok hızlı bir şekilde gelerek, “seçim sonuçlarını kabul ediyorum” dedi.

Şimdi süreç devam ediyor. Kılıçdaroğlu’nun olduğu bir CHP onlar için her zaman çok kolay bir rakipti, ancak zaman zaman biraz işleri bozuyordu, HDP’yi kastederek; “terör örgütünü bir kez daha meclise taşıdılar” cümleleri şimdiden kuruldu. Evet, Kılıçdaroğlu hiçbir zaman “devlet aklından” çıkmadı, ama bir şey vardı, kendisi bunu kabul etmese de o Alevi bir Kürt’tü ve devletin “bekası” için devletin içerisine alınacak biri değildi.

Şimdi kurulan oyun İnce ile devam edecek. Hatta Tayyip’in iktidara ilk gelmesindeki gibi bir hava da kendisine verilecek. Zira kimi çıkışları ile İnce klasik CHP seçmeni dışında başka kitlelerin de dikkatini çekmeye başladı. Hatta Kürtlerin bir kısmı da buna dahildir. Şu durumda hemen olmasa da ileride CHP’de yönetim değişimi olacak ve İnce ile yola devam edilecek. İnce, CHP’de bir diğer seçimde yönetime hazırlanacak. 7 Haziran’dan sonra Tayyip Erdoğan ile kurulmaya çalışılan sistemin önemli bir özelliği muhalefeti ve iktidarı ile bütün parti ve yapıları “devlet aklı”na yedeklemektir. Şimdi bir kez daha “devletin bekası” için bunu yapıyorlar. İnce önümüzdeki dönemin temel siyasi aktörü olacaktır, şimdiden buna hazırlanmaya başladı bile.

İnce’nin durumu bir yerinde aslında 1970’lerin Karaoğlanı Ecevit gibi olacak. Ancak bizler çok iyi biliyoruz ki Ecevit’in CHP’si de, kendisi de hiçbir zaman sol olmadı. Amaç sadece devletin “birinci sınıf” ırkçı/militer partileri ile konsolide edemediği “öteki” kesimleri bu şekilde kontrol altına almaktır. Türkiye için öngörülen sistem; iktidar ve de muhalefet aslında iki temel aks üzerinden inşa ediliyor. Bunun iki belirgin adresi bugün için AKP ve CHP’dir. Biri iktidarda olacak, yıprandığında yerini diğerine bırakacak, ama özünde birinin diğerinden farkı olmayacak. Arada kimi küçük partiler olsa da MHP ve İP gibi, bunların da zaten düşünsel olarak başka bir akla sahip olmadıklarını biliyoruz.

Bütün bunlara rağmen HDP’nin söylem ve politikalarının Türkiye ve de Kürdistan toplumunda ciddi bir karşılığının olduğunu biliyoruz. Özellikle de gençler ve de kadınlar ciddi bir şekilde HDP’yi izliyor ve HDP ile geleceğe dair umutlarını yeşertmek istiyorlar. Şimdi bu durumda HDP ile bir araya gelen muhalif kesimler ve bir şekilde CHP ile yakın duran ve “bizler de solcuyuz” diyen kesimlerin ciddi bir şekilde bir durum değerlendirmesi yapması lazım. Süreç özellikle son üç yıldır hiç kolay olmadı ve daha bir süre böyle devam edecektir.

“Aslolan devlettir, gerisi teferruattır” diyerek devlet tekelindeki bütün şiddet aygıtları ile bastırılmak ve yaşamdan koparılmak istenen milyonlar; “kavga şimdi daha yoğun bir şekilde devam edecektir” aklında olacaklardır elbette. Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında muazzam bir devrimci direniş geleneği var. Selahattin Demirtaş demir parmaklar arkasında seçim için insanlara seslenirken bunu; “Serez’in esnaf çarşısında Şeyh Bedrettin’dir adımız. Pir Sultan’dır bir yanımız. İşkence tezgahlarında Hallac-ı Mansur olduk. İbrahim’dik. Mazlum’duk biz. Dar ağacına yürürken başımız dikti. Deniz’dik. Hüseyin’dik. Yusuf’tuk. Sait’ti adımız, Dağkapı meydanında. Bolu Beyi’ne boyun eğseydik, Köroğlu’na çıkmazdı adımız. Mahir olmazdık, cesaret timsali. Kuyuda Yusuf’tuk, Kerbela’da Hüseyin. Sürgünde Ahmet Kaya, zındanda Yılmaz Güney’di namımız. Unutmayın ki;

Ekilir ekin geliriz,

Ezilir un geliriz,

Bir gider bin geliriz,

Bizi vurmak kurtuluş mu” şeklinde ifade etmişti.

Biat etmek mi, direnmek mi ikileminde her zaman direnmekten yana tavır koyanlar için kolay bir zaman dilimi olmayacak. Salt direnmek ve biat etmemek değil, mücadelede de yeni yol ve yöntemler geliştirmek ve kavgaya böyle devam etmek gerekiyor.