Dünya insanlık tarihinde yaklaşık olarak 15 bin yıl süreyle  hüküm sürmüş tarım üretimi, 19. yüzyılda yaşanan Sanayi Devrimi ile birlikte yerini, kent üretimine bırakmıştır. İlk olarak Avrupa'da başlayan Sanayi Devrimi, günümüzde tüm dünyada çevresel sorunlar doğurmuş, doğal denge tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. İnsanlık tarihinde yaklaşık 200 yıllık bir geçmişle neredeyse "bir an" olarak değerlendirilebilecek bu kısa zaman diliminde gerek yeryüzünde, gerek denizlerde, gerekse de havada yaşanan kirlilik felaket boyutlarına varmış durumdadır. Fosil yakıtlarla yürüyen endüstri, dünyamızı sürekli zehirlemektedir. Bu nedenle endüstri-doğa ilişkisini gözden geçirerek yorumlamak önem arzetmektedir. Zira bu hızla gelişen endüstriyalizm dünyamızı çok yakın bir gelecekte yaşanmaz hale getirecektir.

Bu veri ve referanslarla meseleyi Kürdistan özeline indirgediğimizde, kapitalist hegemonyanın batıya kıyasla bölgeye daha az girmesiyle, Mezopotamya'nın "en verimli yarım hilal"in tam göbeğinde olması, önemli bir avantaj olarak önümüzde durmaktadır. Endüsriyalist hegemonyanın Kürdistan üzerindeki işgalci egemenliği ve henüz Kürtlerin "öz yönetim" kurumlarına sahip olmaması dezavantaj olarak göze çarpmaktadır. Kürdistan toprak zenginlikleri -ki bunları en basitinden ele alsak bile,taş rezervlerinden, ekilebilir arazi ve maden yataklarına kadar- tüm olanakları öz yönetim ile güçlü bir ekonomi-politiğin çıkış noktası yapılabilir. Zira daha demokratik olarak değerlendirilebilecek yapıların, katı hiyerarşik yönetim biçimlerini reddederek, yereli güçlendirecek düzenlemelerde bulunmalarının kökeninde yerel ekosistemi hakim kılma anlayışı yatmaktadır. Bu anlayışın bizi katı hiyerarşik yapıların hiç görmedikleri coğrafyayı endüstriyalizm adına talan eden ekonomik politikalarının aksine yerel dengeleri, çevresel faktörleri gözeten iklim ve ekolojiye duyarlı bir ekonomi-politiği ortaya çıkarması kaçınılmazdır.

Bu belirlemeler ışığında, Kürdistan'ın değişik parçalarındaki yönetim biçimlerine göz atmak bizi gerçekçi sonuçlara ulaştıracaktır. Maalesef Güney Kürdistan'da devasa petrol gelirlerine endeksli yaşam biçimi toplumu oldukça tembelleştirmektedir. Verimli Kürdistan topraklarının işlenmesi neredeyse marjinal düzeyde kalmaktadır. Coğrafyamızı bekleyen en büyük tehlikelerden biri de budur: Tüketim Kültürü... Günümüz dünyasında "petrolün rolü gözardı edilemez" gerçeğinden hareketle meseleye farklı bir bakışla yaklaşmak önemlidir. Dünyanın en büyük petrol rezervlerinin bulunduğu Kürdistan'da büyük petrol gelirleri lüks, şaşa ve özenti yerine, tarım arazilerinin üretime açılmasına ve ekosistem için uzun vadeli yatırıma harcanmalıdır. Tarıma dayalı bir üretim sistemi, petrolün ekonomik ve siyasal gücüyle birleştirilirse Kürdistan Coğrafyası büyük bir cazibe merkezine dönüştürülebilir. Bunun koşulları tarihte hiç olmadığı kadar elverişlidir.

Rojava'da ortaya çıkan kaosun ardından, Kürtlerin kendi öz yönetimlerini oluşturması çok önemli bir gelişmedir. Unutmamak gerekir ki, Suriye petrollerinin yaklaşık %60'lık bir kısmı Kürtler'in kontrolü altındaki bölgeden çıkarılmaktadır. Bu da Kürt Hareketini bölgede belirleyici bir güç durumuna getirecektir. Yaşanan kaosun sona ermesi ve taşların yerli yerine oturmasıyla birlikte Rojava, dünyanın belki de öz yönetimle yürütülen ekolojik ekonomi-politiğinin yegane örneği olabilecektir.

Kuzey Kürdistan'da çözüm ve müzakere süreci devam ediyor. Kürt Hareketinin Demokratik Özerklik talebini dillendirdiği ve bunun ekonomi-politiğinin altyapısını hazırladığı bilinmektedir. Toprağa ve tarıma dayalı üretim sisteminin egemen kılınması,kapitalist modernitenin çevreyi tüketen, tahrip eden argümanlarına karşı demokratik moderniteyi egemen kılacaktır. Özgür birey, özgür toplumu yaratmanın sırrı da burada gizlidir. Gayet açıktır ki Kürt Hareketi yeni dönem paradigmasını ekoloji ve çevresel referanslar üzerinde kurgulamıştır.

Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi adlı kitabından şöyle diyor:

"Kanser gibi büyüyen kent gerçeği, daha şimdiden büyük bir tehlikeyi bütün çıplaklığıyla sergilemeye başlamıştır. Kurtuluş büyük bir ihtimalle ve büyük oranda tersi bir hareketle görülmektedir. Kentten toprağa ve tarıma dönüş hareketi. Bu hareketin ana sloganı -Var Oluş İçin Ya Tarım Ve Toprak, Ya Da Yok Olmak- biçiminde belirlenecektir. Kâr-Sermaye endüstriyle toprağı tarımı bütünleştirip dost, simbiotik ilişkilerle bağlamıyor, aralarına dağ gibi çelişkiler yığıp düşmanlaştırıyor." (1)

Özcesi Kürdistan'da endüstriyalizmin en önemli metalarından biri olan petrol ile tarım ekonomisini buluşturmak tarihi önem arzetmektedir. Yapılan HES'lerle kuruma noktasına gelen ve içinde binlerce canlıyı barındıran akarsuları yok olma noktasına getirmek yerine, coğrafyayı turizme açarak ya da su kaynaklarına dayalı bir ekonomik faaliyet gerçekleştirerek, alternatif yaratmak mümkündür. Yine yok edilen tarihi zenginliklerin, Dünya Kültürel Mirası olarak değerlendirilmesi coğrafyamızın ekolojiyle barışık yaşayarak, kendine yetecek üretimi gerçekleştirmesi işten bile değildir.

Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi'nde başka bir yerde de şöyle diyor:

"Ekolojik olmayan endüstri,ekonomik olmayan endüstridir. Ekoloji ile bağını yitiren bir endüstrinin makineleşmiş (sürekli çevreyi imha eden) bir canavardan bir farkı yoktur. Yine temel ihtiyaçlar ekonomisiyle bağını yitiren endüstrinin kâr amacından başka bir değeri yoktur. Eko-endüstri bu gerçeklerle  temel ilke durumundadır. Tüm ekonomik faaliyetlerin bağlı olması gereken ana ilkedir. Bu durumda ekonomik eylem gerçek anlamını bulur; işsizlik,fazla ve eksik üretim, az ve çok gelişmiş ülke ve bölgeler, köy-kent zıtlığı, sınıf uçurumları, ekonomik bunalım ve savaşların toplumsal zemini de ortadan kalkmış olacaktır." (2)

Sonuç olarak daha üretken, daha uzun ömürlü bir Dünya ve temiz bir çevre için alternatif ekonomi modelleri oluşturmak, hem küreselleşen dünyanın hem de doğamızın bize yüklediği ertelenmez bir sorumluluktur.
______________
1)Abdullah Öcalan -Özgürlük Sosyolojisi Sayfa 166
2)Abdullah Öcalan -Özgürlük Sosyolojisi Sayfa 268