Geçen yazım “Ne istiyorlar” sorusu ile bitiyordu? Dünyanın değişik köşelerinde ayağa kalkan kitlelerin, halkın ne istediklerini sormuştum. Bu soru üstünde düşünme tarzımız kanımca dünle bugün arasında olması gereken farkın başlangıç noktasını oluşturur. Halk ne istiyor sorusu doğru bir soru ama bu soruya yanıt verirken izleyeceğimiz metot dünden köklü biçimde farklı olmak zorunda bugün.

“Halka rağmen halk için” yanlışı halk adına onun taleplerini dile getirdiğimizi ileri sürdüğümüz noktada başlıyor. Kendi bakış açımızı peşinen doğru kabul ettiğimiz, elimizde halkın taleplerini anlamamıza yardım eden şaşmaz bir ölçü aletinin olduğunu düşündüğümüz için halk adına onun isteklerini dile getirme hakkını kendimizde görüyoruz. Bu yaklaşım aynı zamanda halkı gerçekten anlamayı daha en baştan dıştalayan bir yaklaşım. Biliyorsanız anlamaya neden çalışacaksınız ki?

Halka rağmen halk için talep formüle etmenin yanlışlığıyla, popülizm yanlışı arasındaki sınırı elbette unutuyor değilim. Sosyoloji bilimi, siyaset bilim, tarih ve hatta felsefe sosyal gelişmeleri anlayabilmek için değil midir? Ortaçağda entelektüel kavramının doğuşu üstünde daha önce bir yazımda durmuştum. Ortaçağın, dinsel karanlığa rağmen sanıldığı gibi karanlık bir çağ olmadığını aksine entelektüeller çağı olduğunu anlatmış ve aydın ile entelektüel farkını işlemiştim. Entelektüel “bilen” değil bilgisini halka taşıyandır. Entelektüel halkın dışında ve üstünde olarak değil onun bir parçası olarak elbette hem doğru bildiklerini halka açıklayacak ve hem de kendisi de halk olduğu için kendi taleplerini dile getirecektir.

Halkın isteklerini indirgemeci, son tahlilci, deterministik metotlarla yorumlayıp onlar adına onların taleplerini formüle etme, onlar adına konuşma sağıyla soluyla klasik demokrasinin geleneğidir. Solun “öncü parti” tezlerinden, sağın “milli irade” felsefesine kadar uzanır.Esası “temsil” konseptidir. Sınıf adına, halk adına, millet adına konuşma, onları temsil etme hakkını kendinde bulma. Seçilenler kendilerini seçen seçmenlerin değil “milli iradenin” temsilcileri olduklarını ileri sürerek kendi iradelerini halkın iradesi yerine koyarlar. Buradaki sorun genel oyla ilgili değildir, seçilenlerle seçenler arasındaki vekâlet akdi sorunludur.

Temsil mekanizması ya da temsili demokrasi, bu kusuruna karşın dünün koşulları içinde fazlaca göze batmıyordu. Dahası bizim gibi ülkelerde parlamenter demokrasinin kesintisiz sürmesi bir nimet bile sayılabilirdi. Halkın kendi taleplerini dile getirme mekanizmaları, siyasi temsil kanalları son derece kısıtlı olduğu demokrasinin az gelişmişliği koşullarında genel oy hakkı elbette nimet değerinde görülmeli. Daha ileri demokrasi istediğimiz koşullarda da genel oy mekanizması önemini koruyacaktır. Fakat başkaca yeni mekanizmaların katılımıyla... Örneğin seçenlerin seçtikleri milletvekilini geri çağırma hakkına sahip olmaları gibi. Doğrudan demokrasi mekanizmaları giderek daha çok talep edilir oluyor, iletişim devrimi ise doğrudan demokrasinin, katılımcılığın imkânlarını hızla genişletmekte.

 

Günümüzde değişen dinamik

Artık “toplum” kavramı önemini yitiriyor, birey toplum ilişkisi ve çelişkisi anlamında bir soyutlama açısından geçerliliği olsa da toplum kavramı dünkü gibi homojen, az çok yekpare bir yapıyı, yekpare sınıfları anlatmıyor. Toplum çoğulculaştıkça bu kavram da işaret ettiği gerçeklik açısından anlam yitimine uğruyor. Buna rağmen günlük dilde kolay anlatım için örneğin devlet-toplum çelişkisini dile getirirken ve başka biçimlerde kullanıyoruz, kullanacağız da.

Önce belirtmeliyim ki, günümüz toplumunun çoğulculaşmış oluşu bireyin öne çıktığı anlamına gelmiyor. Kanımca bu hedef henüz daha uzaklarda duruyor. Birey dendiğinde hukuken tarif edilmiş varlığı anlamıyorum, bütünlüklü insanı anlıyorum. Bunu sonra dönüp açmak gerek. Bugün öne çıkan ise çok kültürlülük ve çok kimlikliliktir. Başka deyişle dinamik sosyolojik unsur etnik veya değil, dinsel ya da din dışı topluluklar, cemaatlerdir. Toplulukları ve onları birarada tutan ögeleri değişmez sabiteler olarak da görmemek gerek. Bir topluluğu oluşturan insanların aynı zamanda bir başka topluluk içinde olabildiklerini de unutmamak gerek. Başka deyişle “toplumsal seyyaliyet” dünle kıyaslanamaz ölçüde artmış durumda.

Demek oluyor ki, geçtiğimiz çağın ya da ulus-devletler demokrasinin dinamik unsuru homojenleştirme (milletleştirme) başka deyişle “birlik” iken, ulus-ötesi demokrasi diyebileceğimiz günümüzün yeni arayışında öne çıkan dinamik, birlik değil “farklılık” oluyor.

Dünün toplumsal yapısı ve demokrasi anlayışı içinde hoşgörü konusu olan farklı kimlikler, kültürler vardı. Bugünün dünden farkı ise, farklılıklara hoşgörü göstermek değil, farklılığı bir “hak” olarak kabul etmektir.

Birlik ihtiyacı yok mu? Elbette var. Devam edeceğim.