“Tek anlam devri geçti” der Jean Claude Vareille; anlamın kendine yurt bulduğu sığınakları yıkarak. Sözcüğün çoğul anlamları değildir kastedilen; yaşamın kanayan suları, sızlayan damarlarıdır. Sokaklarına yalnızlığını çarptığı o dar ve karmaşık bencilliğidir insan ruhunun. Akşamları koltukaltına sıkıştırarak sıcak bir somun gibi taşıdığı o karanlık, o kirli, o çaresiz yanlarıdır.

“Tek anlam devri geçti” der Vareille, zamanın çıngırakları bütün haşmetiyle ölüm tıkırtılarına eşlik ederken. O zor zamanların uysal bilgesi, kapılarını zorlarken kan tüccarları masum bir fısıltıyla söylemişti bu sözleri. Düşlerinde yeşerttiği aşklar, avuçlarında taşıdığı manolyalar anlamsızdı artık.

Mutluluğa dair sözcükler girmiyorsa dünyamıza, sevinçlerden çok acılar sızıyorsa hayatlarımıza cümle kurmanın anlamı kalır mı? Çocukluğumuzun bahçelerinde dizleri kanayan düşler çoğaltıyoruz, yaramıza anne şefkatiyle üfleyip acımızı dindirecek kimseler var mı etrafımızda? Hani şu İslam tarihindeki kertenkele söylencesi gibi, Nemrutların İbrahimleri attığı ateşlere üfleyen lanetlenmiş bilinçlerimiz mi kurtaracak bizi?

Her insan kurgusal bir gerçeklikse doğrular nedir, yasak elmanın tadını alacak cesaretiniz yoksa şiirlerinize neden inanayım, türkülerinize nasıl sevineyim? Ölümlerimiz sizi sarsmıyor biliyorum, öykülerimiz size yabancı amenna, ama korkularınıza inen düşlerimiz var, inanmıyorsunuz!

Anlam diyorum, kalbi ve bilinci dolduran o dipsiz kuyu; mimozaların sarı renklerini bezeyen öğle ışıltısı; yaşlı bir kelebeğin ürperen bedenine değen nazenin dokunuş, Akdenizli bir yörük kızının köpüklü bakışlarında demlenen uzak bekleyişlere imge olan anlam…

Çağımızın en büyük yanılgısı olan anlam, burada, surların yıkılmış, yakılmış bedeninde gömülüdür. En güzel çağında sırlarını bir türküye fısıldamadan molozların arasında bulunan çocuklarımızın gözlerinde gömülüdür. Geceye mahrem düşürmeden toprağa düşen kadınlarımızın çığlıklarında gömülüdür. Duvar diplerinde çaresizliğin kuytusuna sığınan analarımızın gözyaşında gömülüdür.

Yirmi yıl önce “söz kuşandı tılsımını, yüzünün bir yarısı uçurum, beyaz ırmakları var diğer yarısının…” demiştim. Şimdi söz tılsımını terk etti, kuşandığı anlamlar bir bir dökülüyor üzerinden. Şimdi yüzünün her yanı uçurum, her yanı yalan, her yanı kan… Şimdi ırmakları kurumuş, ırmakları kir, ırmakları müntehir. Şimdi söz, sadece söz…

Bunu söyleyen ben değilim, tek anlam devri geçti, der Vareille. Sabaha inen erkenci kuşların cıvıltıları, tenimizin yüzgeçlerine vuran kibar meltemler, sözün erdemine iman eden hırçın imgeler de biliyor, artık bunu. Söz, kendini çoğaltmıyor; ama sözün anlamlarına yalanlarınız sızıyor, bencilliğiniz sızıyor, iftiralarınız sızıyor; dilinizden hiç düşürmediğiniz o imansızlığınız sızıyor.

Bu yüzden dizelerime düşen geceyi bilmiyor, sıkıcı menkıbelerde aşınmış aşklara, ürkütülmüş anılara inanıyorsunuz. Oysa tek anlam devri geçti ve yeni anlamlara serüvenci olmak gerekir. Yoksa anlamın karmaşık kulvarlarında karanlıklarınızı büyütürsünüz.