Her toplumun kendine özgü kültürel kodları vardır. Bu kodlar, o toplumun değerleri, simgeleri, vazgeçilmezleridir. Toplum kendini o kodlarla var eder, o kodlarla tanımlar. Nasıl ki bir arabanın plakası, markası, rengi, nitelikleri onu tanımlıyorsa kültürel kodlar da o toplumu ifade eder.

Her toplumun kültürel kodları tabiî ki kendisi için değerlidir. Bu kodların dışındaki yönelimleri kendisine tehdit, hakaret veya en hafif tabiriyle yok sayma, değersiz görme olarak atfeder; kültürel kodlarına uygun olanları ise övünç ifadesi sayar.

Umberto Eco, kültürel kodların toplumların binlerce yıllık tarihinden süzülerek simgeleştiğini ve toplumda ortak değerler sistemini ürettiğini iddia eder. Bu ortak değerler sisteminde bir halk olmanın bütün paylaşımları bulunmaktadır. Ortak vatan, bayrak, inanç, gelenek, görenekler, idealler, güven, sadakat… Hatta selamlaşmanın, sevincin ve hüznün bile bir halkın ortak değeri olduğunu ve halktan halka farklılık göstermesinin doğal olduğunu öne sürer. Bütün kalbimle Eco’nun yanıldığını düşünmek istiyorum.

Bütün kalbimle… Gülün Adı romanının o eşsiz kalemi yanılmalı diyorum… Şu güzelim Anadolu topraklarına bakar mısınız! Ortak bir değerden, ortak bir sevinçten, ortak bir hüzünden söz edebilir misiniz? Çocukken bize mutluluktan söz ederlerdi, şimdi bana mutlu olabileceğim bir şey söyleyin, avutun beni…

Kederiniz kimin içini acıtıyor, sevinçleriniz kimi coşturuyor dürüstçe cevap verin. Kardeşleri tarafından derin bir kuyuya atılmış Yusuf gibi koyu bir karanlıkta sessizce oturuyor ve bize bir gün bir ipin sarkıtılacağı umuduyla yaşıyoruz. Birbirlerimize dişlerimizi bileyerek güçlü olacağımız günlerin hesabını tutuyoruz. Birbirlerimizin acılarını çoğaltıyor, korkularını büyütüyoruz. Biz ve onlar cenderesinde yürek uzaklığımızı açtıkça açıyoruz. Biz kimiz, onlar kim sorusunu dahi sormaktan çekiniyoruz. Aynı derelerden geçmiş, aynı sulardan içmiş olmak ortak payda değil artık “biz ve onlar” için.

Yusuf gibi bekliyoruz. O ip elimizdeyken bıraktık, attık o ipi elimizden. Çıkabilirdik aydınlığa, çıkabilirdik o güneşli ve güzel günlere, yapmadık; bütün ortaklıklarımızı ihtiraslarınıza kurban ettiniz. İktidarın cezbedici ihtişamı sizi değerlerinizden, inançlarınızdan etti. Kim dost şimdi, kim yarın düşman bilemiyorsunuz. Bütün yaşamlarınız, idealleriniz bir kişinin iki dudağı arasında rehin durumda. Sizin korkularınız “biz”im korkularımızdan büyük, sizin kaybedeceğiniz şeyler, bizimkinden çok biliyoruz; bu yüzden öfkeniz, bu yüzden saldırganlığınız, bu yüzden iftiralarınız, yalanlarınız, amansızlığınız…

Eco yanılsın istiyorum, hâlâ aşınmamış bazı ortak değerlerimizin olduğuna inanmak istiyorum. Çocukların korunduğunu, kentlerin yıkılmadığını, kadınların çırılçıplak teşhir edilmediğini, kentlerin göbeğinde bombaların patlatılmadığını, hırsızların ve katillerin kutsanmadığını görmek ve inanmak istiyorum.

Kültürel kodlarınızı kaybettiniz, sizi tanımlayacak sözcükleri bile bulmakta zorlanıyorsunuz. İktidar olmanın dayanılmaz hafifliğiyle uçtukça uçuyor, etrafınızı darmadağın ediyorsunuz. Mazlum olmaktan korktuğunuz için giderek zalimleşiyorsunuz. Oysa bir masalınız vardı, Eyüp olup belaya, Yusuf olup kör kuyulara katlanmaya talip masallarınız vardı.

Kültürel kodlarınızı kaybettiniz. Yusuf’la dost değilsiniz, Eco’yu zaten sevmezsiniz.