"Partimize oy vermezseniz huzur ve güven ortamı bozulur."

Bu sözlerin kime ait olduğunu yazmayıp, kanaati okuyuculara bıraksam istisnasız herkes bir kişiyi işaret eder.

Tayyip Erdoğan, diyeceklerdir.

Cumhurbaşkanı, Başbakan, Kurucu Başkan, Onursal Başkan, Ekonomi Bakanı, Dışişleri Bakanı, Maslahatgüzar olan, havanın seyrine göre sağcı, solcu, Ali'yi seven Alevi olmayı başaran... Kürt sorununu çözmeyi vaat eden, bu uğurda kefen giyen, zehir içen, oy hesabı tutmayınca muazzam bir beceriyle aynı kefeni Kürtlerin üzerine örten "sağlam iradeyi" işaret edeceklerdir.

Önyargılarınızın haklı gerekçelerine katılmakla birlikte bu "milli hakimiyet tehditlerinin" bir başka Türk büyüğüne ait olduğunu söylemek durumundayım. Bu tehditler rahmetli Turgut Özal'a ait. Anarşiyi tehdit aracı olarak kullanma, Türkiye siyasetinin vazgeçilmezi olmuştur her daim.

Şantaj Türkiye siyasetinin vazgeçilmezi oldu diyorum, bu hususa özellikle dikkat etmenizi istiyorum. Halkın desteğini yitirmekle her şeylerini yitirecek olanların dayanağı, çıkar yol kapıları bu olmuştur hep.

Muazzam bir hırsızlık varsa, devletin kudretiyle tüyleri ürperten suçlara bulaşmışsa bir iktidar, o vakit tek çıkar yol yine devletin gücüyle muhalifleri tehdit etmek, taraftarları da şantajla biraraya getirmektir. Bu çok bildik "Doğu klasiği" bir siyaset yoludur.

Ne ilginçtir, tehdit siyasetinde birbirinin canı ciğeri olan bu siyasiler, vaatlerinde de aynı yol ve üslubu tercih etmişlerdir. Geldiklerinde Polyana ruhlu birer hümanist olan bu siyasilerin akıbetini söylemeye gerek yok sanırım. Demirtaş'ın dediği gibi; bizatihi filmini çekiyoruz.

Güneydoğu'da Kürtlere karşı yürütülen "Süpürge operasyonlarını" saymazsak, rahmetli Özal bu sorunu çözmeye niyetliydi. Şüpheli ölümü, Kürt sorununun çözümü için ortaya koymaktan çekinmediği iradenin neticesiydi zira.

Ardından Kürt realitesini tanıyan Demirel, Kürt sorununun çözümü için BASK modelini öneren Çiller, Avrupa Birliği'nin yolu Diyarbakır'dan geçer diyen Mesut Yılmaz... Hepsinin dönüp Kürtlerin canına okuması, Türkiye siyasetinin "fıtratı" olsa gerek.

Ve son olarak Tayyip Erdoğan... O da bu vaatlerle geldi, o da geleneği bozmadan Kürtlerin canına okudu. Oysa bu sözlerle yola koyulmuştu; "İlla her soruna bir ad takmak gerekmez. Bu sorunlar hepimizin sorunudur. Ama illa ad koyalım diyorsanız; Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur."

Bugün Kürt sorununu inkar eden, AKP'li olmak dışında Kürd'e hayat hakkı tanımayan bir anlayış hakim oldu. Geçmişte söylediklerini hatırlatsan, Demirel misali "dün dündür, bugün bugün" der geçer.

"Sokağını çöpten, ağzını küfürden, yüreğini kibirden koru diyerek geldiler."

Şimdi konumlandıkları yer, dehşete düşürüyor insanları. Barışı vaad ettikleri topluma ateşten bir gömlek giydirip savaşın ortasında bıraktılar.

Sokaklardaki çöplerde, mutluluk sofralarından artakalan yemek artıkları, ekmek kırıntıları yok artık, kurşunlar var, parçalanmış ceset parçaları var; onulmaz bir vahşetle sağa sola savrulmuş.

Sokaklarda korku var, ağızlarında tehdit... Yürekleri buz kesmiş.

Şimdilerde AKP halkın desteğini yitirmekle her şeylerini yitirecek bir siyasi akımın partisi oldu. Onlar da kâh işle, aşla, huzur ve güven ortamı gibi fantastik sözlerle şantaj yapıyor, kâh Kürtlere dönüp parmak sallayarak; "biz olmasak 90'lardaki gibi beyaz Toroslar kapınıza dayanır", diyerek tehdit ediyorlar.

Bu küstahlığı; sokağa çıkma yasaklarıyla Kürtleri ölüme terk eden, açıkla terbiye eden, Kürt çocuklarının kurşunlarla delik deşik olmuş bedenlerini, askeri araçların arkasında sürüklenen parçalanmış cesetlerini derin dondurucularda bekleten AKP yapıyor.

Sonu gelmeyen bir nobranlıkla evde, sokakta, ekmek kuyruğunda Alevi çocukları kurşunlayan "Sünni akıl" yapıyor.

Buradaki sihirli sözcükler de ayrıca üzerinde durulmaya değer. Her defasında "huzur ve güven" ortamının bozulması diyerek insanların iradelerini gasp ediyorlar. Bize oy vermezseniz huzurunuz kaçar, biz olmazsak güvende olamazsınız. İnsanlarda sormuyorlar ki; hangi güven ortamını yarattınız da bize huzur verdi!

Vaat ettiğiniz huzur ve güven ortamında; Reyhanlı'da 57, Soma'da 301, Roboski'de 34, Suruç'ta 34, Ankara'da 102 insan katledildi. Ve bu bahsettiğiniz huzur ve güven ortamında dişe dokunur tek bir soruşturma açılmadı, failleri yakalanmadı. "Adalet" sözlükte bir anlam olarak bile o insanlara görünmedi.

Tek faili yakalamayan devlet; evlatlarını, yakınlarını kaybeden insanlara onlarca dava açtı. Roboski'de olduğu gibi birçoğuna para cezası kesildi. Kabahatleri adalet aramak, bu anlamda devletten hesap sormak.

Adalet talep etmek tehlikeli bir iştir bu memlekette.

Öldüğünle yetineceksin, yetinmesen bir daha ölürsün.

Huzur ve güvenlik içinde, yüce devletin gözetiminde yaşamak istiyorsan susacaksın. Mütemadiyen suskun kalacaksın, bu ölçüde hayat sürersin.

Gördüğünüz gibi kafa aynı kafa hiç değişmiyor...Sömürü, sahtekarlık hiç bitmiyor. Cennet ülkem "fıtratında" bu var zaar.