Tecrit; soyutlama, ayrı bir yerde tutma, olması gereken iletişim ve de ilişkiler içinde koparma olarak özetlenebilir. Kişiyi, insan olmaktan gelen haklarından mahrum etmektir. Tecrit, Uluslararası yasalara göre suçtur, çünkü tecrit uygulaması işkencedir. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Ancak kendisinin kurduğu hukuk ve yasaları dahi tanımayan ülkelerde tecridin sistematik bir işkence hali olarak sık sık kullanıldığını da görmekteyiz. Türkiye’de bu ülkelerden biridir.

Bizler özellikle de 2000’li yıllardan bu yana sık sık tecridi konuşur olmaya başladık. Türkiye’de tecridi konuşmak cezaevi uygulamaları ile her zaman gündemde oldu. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi tecridin kendisi, kişi/insan sosyalitesine vurulan en büyük şiddet uygulamalarından birisidir. Amaç, kişiyi politik idealleri ve de taleplerinden koparmak, onu sistemin politikalarına “biat”a razı etmektir. Türkiye cezaevlerinde bu uygulamalar politik olarak hedeflerine ulaşmasını sağlamadı hiç bir zaman. Politik tutsaklar her zaman direnmenin bir yolu buldular.

Bugün de bu tecridin sadece cezaevleri ile sınırlı olmadığını çok iyi görüyoruz. Günün Türkiye’sinde tecrit savaş/şiddet, ırkçılık, militarizm politikalarına teslim olmamış/biat etmemiş bütün kişi, grup ve de kesimlere uygulanmaktadır. Türkiye’de barışa tecrit devletin bütün despotluğu ve de tekelinde şiddet uygulamaları ile devam ediyor.

Türkiye’de bitmeyen bir şiddet/savaş iklimi var, özellikle de 7 Haziran 2015 seçim yenilgisinden sonra AKP/MHP faşist ittifağı ile bu savaş politikaları yürütülmektedir. Yani barışa tecrit AKP/MHP odaklı devlet politikası haline getirildi. Bu tecridin odağında ise Abdullah Öcalan var. 5 Nisan 2015 tarihinden bu yana mutlak bir tecrit altındadır Sayın Öcalan. Öcalan’a tecrit savaş politikasının ısrarı; Türkiye Cumhuriyeti’nin “olmadı, böyle yapamadık, Kürtleri politik olarak bitiremedik” diyerek Teşkilat-ı Mahsusa ayarlarına dönmesidir.

Kürt Özgürlük Hareketi ekseninde örgütlenen Kürtler, Türkler, Aleviler, Sunniler, Sosyalistler, Demokratlar; “birlikte, kendi kimlik, kültür ve de aidiyetlerimiz, inançlarımız ile barış içinde özgür bir Türkiye inşa edebiliriz” diye barış odaklı bir siyaset yürütürken AKP/MHP eksenli devlet bloku; “devletin ırkçı, militer politikalarına itiraz eden tek bir Türk ve Kürt kalmayana kadar biz bu ‘kutsal’ mücadelemizi devam ettireceğiz” demektedirler.

Bu tecrit politikalarına karşı Leyla Güven bir direniş hattı örgütlemeye başladı. Daha sonra bu direnişe Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden insanlar ve de cezaevlerinde binlerce siyasi tutsak da katıldı. Türkiye’nin kendi yasalarını uygulamasını talep eden bir eylem: “Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecride son verin.” Son derece haklı, meşru bir hakkın inkarına karşı verilen bir direniş hali devam ediyor. Açlık grevleri ile birlikte çeşitli şekillerde dünyanın her yerinde bu direnişe dair eylem, etkinlik ve de kampanyalar devam ediyor.

Mutlak tecride dönük eylemlerde Uğur Şakar, Zülküf Gezen, Ayten Beçet, Zehra Sağlam, Medya Çınar gerçekleştirdikleri eylemlerde yaşamlarına son verdiler. Açlık grevleri tehlikeli süreçlere geldi. Tecridin bitirilmesine dönük uzun soluklu bir mücadele yürütülüyor. Hayatlarımızdan daha başka kimseler eksilmeden bu tecridin son bulması hepimizin talebidir. Tecridin son bulması ile Türkiye’deki sert siyasi iklim elbette gerileyecektir. Barıştan ancak ve ancak bir şekilde insanlara/insanlığa karşı suç işlemiş olanlar korkarlar.

Suç işleyenlerin suçlarına ortak olmamak için bir kez daha ve de yüksek bir ses ile “savaşa, savaş ve de şiddet politikalarına, tecride hayır” demek için bir kez daha Leyla Güven’e kulak verelim; “Bugün açısından Türkiye toplumunun içinde bulunduğu tüm toplumsal sorunların çözüm aktörünün Sayın Öcalan olduğu herkesçe bilinmektedir. Sayın Öcalan 2015 yılından beri ne aile ne de avukatları ile görüştürülmüyor. Ağır tecrit koşullarında tutulan Sayın Öcalan’ın Türkiye toplumunun barışını sağlayacak bir misyona sahip olduğunu vurgulamak istiyorum. Ayrıca misyonunun ve rolünü yerine getirebilecek koşulların ulusal ve uluslararası hukuk çerçevesinde sağlaması gerekmektedir. Bu nedenlerden dolayı ben özgür irademle Sayın Öcalan ile görüşme sağlanıncaya kadar süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başladığımı belirtiyorum.”

Barış iklimine geçmek için mutlaka bu tecridin kırılması gerekiyor. Hepimizin yapabileceğimiz daha çok şeyi var. Savaş ve şiddet politikalarından daha da eksilmemek için Leyla Güven’den başlayarak bütün direnişçilere kulak vermek, direnişlerini çoğaltmak, seslerine ses katmak... bugün için barışın yolu burada geçiyor.