Kürt mesesinin çözümü ve toplumsal barış yönünde umutlarımızın bunca karardığı şu günlerde, umutlarımızı yeşerten şeyler de oluyor, bunları vurgulamak ve çoğaltmak durumundayız. Bugünkü yazımda, bu yönde bir gelişme olarak, Kürt meselesine bakışta serinkanlı ve demokratik çıkışlar olarak görebileceğimiz bazı yazıları dikkatinize sunmayı düşünüyordum. Bunu yapmayı düşündüğüm anda, Taraf gazetesinde Murat Karayılan’ın Ahmet Altan’a yazdığı mektubun yayımlanması beni fazladan umutlandırdı.
Cengiz Çandar’ın TESEV için kaleme aldığı rapor, öncesi ve ardından yazdığı birçok yazısı meseleyi anlamak ve kör dövüş stratejisinden çıkış açısından önemliydi. Son olarak Hasan Cemal’in ‘Barış’a Emanet Olun’ kitabı ve bu kitap üzerine Taraf’ta yaptığı uzun röportaj (3 Ekim) aynı şekilde önemliydi. Bu arada, iktidarın ezme-bitirme politikaları ve bu yönde ritim tutan medya tavrına karşı Yıldırım Türker’in kendi gazetesinin manşetine yüksek sesle karşı çıkması (2 Ekim) önemli bir çıkış olarak, gazetesinin diğer yazarları (Koray Çalışkan, Ahmet İnsel, Özgür Mumcu) tarafından desteklendi. Roni Margulies’in ‘Silahlı savaş ve manşet savaşları’ başlıklı yazısı (Taraf, 5 Ekim) aynı konuda en güçlü sesi verenlerdendi.

Yayımlanması önemli bir adım
Sedat Ergin, son üç yazısını (Hürriyet, 6, 7, 8 Ekim) son KCK operasyonu çerçevesinde, KCK davalarına ayırdı, bu konuda cevaplanması gereken soruların altını çizdi. Aynı gazetede Ahmet Hakan ‘Vur, Kır, Tutukla demek çok kolay’ başlığı ile (8 Ekim), KCK operasyonlarının ötesinde ‘vuralım, kıralım’ diyen söyleminin bizi nerelere sürükleyebileceğini sorguladı. Benim ilk gözüme çarpan örnekler bunlar, bunların dışında birçok yazar, çizer mevcut politikalara karşı demokratik siyaset çağrısı sesini yükseltmeye başladı. Bu umut verici bir gelişme diye düşünüyorum.
Taraf gazetesinin dün yayımladığı ‘Karayılan mektubu’nun da çok önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Zira, Kürt meselesinin barışçı çözümü önündeki en büyük açmaz, konuyu tüm tarafları ve boyutları ile özgürce tartışmanın önündeki yasal ve psikolojik engeller. Bu veya başka konularda elbette farklı düşünce ve değerlendirmeler olacak, önemli olan bu farklı görüşlerin özgürce tartışılabildiği bir ortamın kurulması.
Bu nedenle, öncelikle TMK ve TCK’nın kısıtlayıcı çerçevesinin değişmesi gerekiyor. Diğer taraftan da, bu tartışmayı hakkaniyetle yürütmek için psikolojik engellerin aşılması gerekiyor. Bir tarafı ‘terörist’ ilan edip, söylediklerine kulakları tıkamak ve kamuoyunun bilmesini engellemek, tartışmayı baştan imkânsız hale getiriyor.

Yasağın ardındaki mantık ne?
Bu nedenle Taraf gazetesinin, Karayılan’ın mektubunu tam metin halinde yayımlaması çok önemli bir adımdır. Bu yayınlarından dolayı gazeteye ve zamanında ‘Atakürt’ başlıklı bir yazı yazma cesareti gösteren yayın yönetmeni Ahmet Altan’a teşekkür borçluyuz. Bir hakkın teslim edilmesi ve demokratikleşme yönünde çabaların ortaklaşması açısından kimsenin her konuda benzer düşünmesi gerekmiyor.
Bu tür cesur çıkışlar dışında, halihazırda, ‘diğer tarafın’ ne söylediğini, neye inandığını bilemiyoruz ki, hakkaniyetle tartışma yapabilelim. Cengiz Kapmaz’ın ‘Öcalan’ın İmralı Günleri’ başlıklı kitabı, bu konuda önemli bir çalışma olduğu halde, birçok başka yayın gibi yasaklanarak piyasadan kaldırıldı. Nedir bu tür yasakların ardındaki mantık? O kitabı okuyan herkesin ‘Apocu’ olacağına inanılıyorsa, Öcalan’ın görüş ve siyasi çizgisi, okuyanı tesiri altına alacak güçte sayılıyor, ‘kimse buna karşı eleştirel mantık üretemez’ diye düşünülüyor olsa gerekir. Oysa, kamuoyu tüm görüş ve pozisyonlardan özgürce haberdar olabilse, sağlıklı bir tartışma yapma imkânı doğar, demokratik bir ülkede tutulacak yol bu olmalıdır.

‘Yasaklı bahçeler’ aşılmalı
Bu gazetenin okurlarının bazıları, Türkiye kamuoyunun çoğu gibi ‘yasaklı bahçe’den uzak durma tavrına alışmış, farklı bir şey duyduğunda yazarını eleştiri değil, düpedüz küfür ve hakarete boğmaktan çekinmiyor. Bu durumdan şahsen etkilenmiyorum diyemem ama şikâyetçi olamam, ‘hamama giren terler’ deyip doğru bildiğimi söylemekten vazgeçmeyeceğim. Ancak kendilerine tavsiyem, demokratik bir toplum isteniyorsa ‘yasaklı bahçe’lerin aşılması gerektiğini düşünmeleri. Şimdilik sadece bu kadar.
Not: Başbakanlık gibi bir makamda olan birine bireysel taziyede bulunmayı yadırgayan biriyim, ama annesinin cenazesinde öksüz bir çocuk gibi ağlayan Erdoğan’ı görünce Başbakanlığını unuttum, kendisine içten başsağlığı ve Allah’tan sabır diliyorum.