Yürüyen öğrencilere, eleştiren kalemlere, sesini yükselten muhalefete, can acıtan sözlere kulak vereceksiniz, veremiyorsanız tahammül göstereceksiniz.

Söz konusu olan demokrasiyse, bu, işin "olmazsa olmazı"dır.

Kulak vermeyi bilmiyorsanız demokrat değilsiniz demektir.

Tahammül edemiyorsanız, o zaman demokratik düzenle uzaktan yakından ilginiz yok demektir.

Türkiye'de siyasi iktidar tahammül sınırlarını git gide aşağıya çekiyor.

Uygulama pek çok konuda otoriterlik eşiğini aşmış durumda, genel seyir bu eşiğin sınırlarında dolaşıyor.

Aslında, talepleri dikkate almadan takdir ederek vermek, talep edilmesinden hoşlanmamak, diğer deyişle ataerkil siyaset anlayışı bu ya da bu noktada böyle tahammül krizi yaşar. "Vererek" çözemediği sorunlar arttıkça ya da talep edenler dayattıkça veya talep edenle-karar veren arasında etkileşim olmadan hale gelmişse (örnek Kürt meselesi) bu kriz mukadder olur.

AK Parti iktidarı da bunu yaşıyor.

AK Parti ataerkil bir siyasi anlayışa sahip.

Bu anlayış, "rehber"in "arz" ve "takdir"in belirleyiciliğine, etkileşim fikrine mesafeye, sadakat ilişki üzerine oturan toplulukçu bir yönetim algısına gönderme yapar.

Bunlar, AK Parti'nin reformcu tavrından, izlediği demokratikleşme politikalarından uzun süre bağımsız kalabilmiş politik özellikleridir. Bugün siyasi iktidarın izlediği politikalarla politik özellikleri arasındaki çelişki iyice can yakar hale gelmiştir.

Bu can yakıcılığı en çok Kürt sorununa ilişkin uygulamalarda, protestocu gençliğe verilen tepkide, basına yönelik söylemlerde görüyoruz. KCK davaları ve iddianameleri, polis uygulamaları, her protesto gösterisinin, her farklı çıkışın bir örgütsel bağ içinde ele alınması...

Örnek: Şık, Şener, Avcı, Zarakolu, Berktay, Ersanlı; bu çerçevede yargılanıyorlar...

Örnek: Sevil Sevimli, Erasmus Avrupa programıyla Türkiye'ye gelen bir öğrenci, 1 Mayıs gösterilerine katıldığı, Grup Yorum konserine gittiği için terör suçuyla tutuklu...

Halkı askerlikten soğutma iddiasıyla her eleştirinin baskı altına alındığı vesayet günlerini akla getiren diğer örnek: Grev yapan sağlık personeli halkı sağlık hizmetinden soğuttuğu için yargılanıyor.

Ataerkil siyasette konuşulmayan, muhatap alınmayan, hakkı ve özgürlüğü olduğu takdire tâbi tutulmayan yok sayılır. Siyaset ve talebin "yaşa dışı" ya da "gayri meşru" ilan edilmesi, polisle karşılanması aslında onun "yol sayılması"dır.

Bunun içindir ki, ataerkil siyaset anlayışı eninde sonunda güvenlikçi mantığa ve değerlere teslim olur.

AK Parti 10 yıldır Türkiye'nin kaderine hükmediyor.

Bu yolda devam etmek istiyorsa, ataerkil siyaset anlayışını gözden geçirmek zorundadır.

Böyle devam edilemez...

Önümüzdeki dönem, hukuk, vicdanın yanında, hatta önünde yerini almak zorundadır.

Kimi aksaklıkları düzelten bazı yasaların çıkma nedenlerine, Şık, Şener, Zarakolu ve Ersanlı'nın tahliyelerini tetikleyen siyasi ortama bakın... Pek çok olumlu gelişmenin tam da ataerkil siyaset anlayışına uygun bir şekilde "hukuk merkezli" değil, "vicdan merkezli" yaşandığını göreceksiniz...

İlkesel, objektif, kurumsal ve formel olarak koruyan "hukuk" yerine, zamana tâbi, sübjektif, informel, şahsi bir hüküm üzerine oturan "vicdan" arasındaki fark son derece çarpıcıdır.

Vicdan hakkı takdir eder, hukuk ise teslim eder.

Türkiye'nin demokrasi ve haklar konusunda temel olarak siyasetin ve siyasetçinin vicdanı oranında yol alması, bugün itibariyle ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.

Toplumsal taleplerin karşılaşması, konuşması, talep demetlerinin siyasi kararlarla etkileşim içinde olması, bu çerçevede katılım mekanizmasının derinliği, çoğulcu toplumlarda "demokratik siyaset" temel unsuru olduğu şüphe götürmez.

Demokratikleşme "istibdat makamı"yla yürümez...