Kobané direnişi için başlayan eylemler kısa bir sürede büyük bir kitlesellik kazandı. Çok hızlı bir şekilde gelişen bu eylemlerin nasıl bu kadar hızlı geliştiği, kimlerin organize ettiği, kullanılan şiddet üzerinden tartışmalar devam ediyor. İlk etapta eylemler IŞİD terörüne karşı açık araziyi tutma şeklinde gelişti. İstenen şuydu: “biz IŞİD ile kuzey ve batı hattı üzerinden mücadele ederken kuzey hattının tutulması önemlidir”. Bu talep üzerine binlerce insan kuzey hattı olarak ifade edilen Suruç(Pirsus) ilçesinde yüzlerce kilometre genişlikteki araziyi insan zinciri ile kapattı. Amaç bu alanda IŞİD’e AKP’nin desteğini kesmek ve alanı bu kuvvetlerden uzak tutmaktı. Binlerce insan günlerce TSK’nin bütün baskı ve şiddetine rağmen bu alanı tutmaktan vazgeçmedi.

Burada büyük bir emek ve çaba ile muazzam bir mücadele örneği sergilendi. İnsanlar en zor ve de sıkıntılı koşullarda bile araziyi terk etmediler. Hatta daha da ileri giderek devletlerin kendi çıkarları için adeta cetvel ile çizdikleri sınırları da hiçe sayarak tel örgüleri kaldırdılar, mayınlı tarlaların içinde hayatlarını hiçe sayarak “karşı” tarafın insanlarının hayatlarını sahiplendiler. Kobané’ye dönük IŞİD saldırıları başladığından bugüne kadar devletin bütün saldırı ve de şiddetine rağmen insanlar bu alanı terk etmediler. Amaç, yaşanan insanlık dışı katliama bir şekilde engel olma çabasıydı. Bir yandan bunu yaparken diğer yandan da burada yaşanacak daha büyük katliamlara karşı halkları duyarlılığa çağırmaktı.

Ne yazık ki, kimi sosyalist, demokrat kurum ve partiler dışında Türkiye halkı “kurban bayramı”nı bütün coşkuşu ile kutlamaktan geri kalmadı. Tıpkı 28 Aralık 2011 tarihinde TSK’nin bombardımanı sonrası onlarca Kürt çocuğunun paramparça bedenleri arazide dururken yılbaşı partilerinde oldukları gibi. Muhalif bir kesimin duyarlılığı, çabası ve de emeği dışında Türkiye halkı/Türkler Kürt halkının yaşadığı hiçbir zulmü görmedi, özellikle de “biz Müslümanlar” diye söze başlayan kesimler…

Eylül ayı ortalarında Kobané’ye dönük saldırılar daha bir boyutlandı. Hatta BM, Türkiye 20 Eylül tarihi için hazırlık bile yapmışlardı. Bunların öngörülerine göre IŞİD 20 Eylül tarihinde Kobané’yi düşürecekti. Hesap bozuldu, Kobané’de YPG/YPJ ve Kuzey’de ise Kürt halkı ve de onun dostları mücadelelerine daha bir ivme kazandırdılar. Kuzey Kurdistan’ın hemen hemen bütün kent ve sokakları eylem yerine döndü. Bu kez kitle çok daha etkili bir şekilde bütün alanları doldurdu. Bir çağrı, talepten öte Kobané’de gelişecek muhtemel katliama dur demekti amaç. Devletin örgütlü militer bütün aygıtları ellerinde ne varsa kullandılar. Ancak karşılarında direnişe adanmış büyük kitleler duruyordu. Çağrıyı HDP yapmıştı, ancak görünen odur ki HDP’de böylesi bir kitsellikte ve de kararlıkta bir eylemsellik beklemiyordu.

Devletin başı R.T.E.’nin dilinde daha da büyüyen ırkçı, düşmanlaştırıcı öfkeli dil onun da böylesi bir kitlesellikte bir direniş/Kobané ile dayanışma beklemediğini gösteriyordu. Sokakları dolduran yüz binlerce insan asker, polis kurşunları ile mücadele ederken, bir kez daha devlet “sivil halkı”nın eline sopalar, satırlar, pompalı tüfekler ve de silahlar vererek sokağa indirdi. Bu durum devletin bir kez daha kararlı bir kitle karşısında çaresiz kalışını gösteriyordu. Mayınlı tarlalarda bedenleri ile ölümlere siper olmak isteyen insanlar bu kez de sokaklarda aynı direnişi sergilediler. Bu direnişin devlet tarafından cevabı; “bin misli ile cevap verilecek” olurken, kimi sosyal, muhalif yapı ve de partiler de “acaba bu kadar şiddet gerekli miydi?” havalarına girmekten kendilerini alamadılar.

Kovalanan, sokak ortalarında kurşunlanan, "sınır" boylarında mayın tarlaları içinde kimyasal gaza boğulan, horlanan, aşağılanan, haksızlığa uğratılan, canı acıtılan insanları düzene, nizama çağırmak nasıl bir şeydir. Bunu devletin yapması elbette anlaşılır bir durumdur. Ancak buna bu ülkede kendisine “muhalifim”, “sosyalistim”, “anti-militarist/anarşistim” diyenler nasıl çağırabilir. Aslında bir yerde akıllarında olan “bunlar da sınırı fazla açtılar ama”dır. İşte tam da burada bir kez daha durmak, düşünmek ve de üretmek gerekiyor. Verili söylem ve de refleksler ile bir yere varmak, olanı anlamak mümkün değildir. Sokakları dolduran yüz binlerce insan eylemleri ve de sözleri ile çok başka bir şey söylüyorlar. Bir kez daha bütün muhalif yapı ve de gruplar dışından bambaşka bir şey ürettiler, söylüyorlar, tıpkı 2006 Mart’ında Amed halkının söyledikleri gibi. 2006 Mart'ında Amed’te insanlar/halk kendi bütün parti ve de yapılarını aşarak başka bir şey söylediler, bugün ise bundan daha da ileri ve de başka bir şey söylüyorlar.

Bütün yapı, grup, parti ve de bir bütün insanlığa düşen ise verili şablonlarını bir kenara bırakarak bu gerçeği doğru okuma çabası içinde olmaktır. Kimse bu kitleye “siz de sınırı aştınız ama” demesin, kimse bu kitleyi “düzen”e çağırmasın. Hepimizin özgür yarınları bu kitleyi doğru okumak, edinmek ve de yeniden düşünmek ile mümkündür. Sistem/düzenle köprüleri atmış bir halk için “gelin sisteme” denmesin, deme cesaret ve de gücünü kendisinde bulmasın. Sokaklara bakmak ve sokaklardan öğrenmek hepimiz için en iyi olanıdır. Sokakların başka bir heyecanı, tarihi, hafızası var… sokağa düzen biçmeyin!

Makaleyi bitirmek üzere iken bir haber düştü; Kobanê’ye yönelik IŞİD’in kuşatması 29’uncu güne girerken ölüm haberleri de gelmeye devam ediyor. Dün gece ölüm haberi gelen isimlerden biri Boğaziçili S. Nejat Ağırnaslı. Babası Hikmet Acun oğlunun ölümü üzerine yayınladığı mesajda “Oğlumu, yoldaşımı, Nejat’ı Kobani’de kaybettim” dedi. Nejat Ağırnaslı’nın dedesi Niyazi Ağırnaslı ise Deniz Gezmişler’in avukatı olarak biliniyor. “

Nejat ile Boğaziçi’ndeki birçok etkinliğimizde birlikte olduk, aynı sloganları attık, aynı pankartı taşıdık, Newroz için, 1 Mayıs için, birlikte İstanbul’un sokaklarında direniş içinde olduk… Şimdi aynı zaman içinde Kobané’de olduğumuzu öğreniyorum, ama ben döndükten sonra "seni kaybetmişiz yoldaşım, kalbimdesin, bütün Kürdistanlı ve Türkiyeli yoldaşların seni unutmayacak, hiç alışmadık bu gidişlere, alışmayacağız, yolun açık olsun…"