AKP, Kürtlere verdiği sözlerden bir teki dışında hiçbirini tutmadı. HDP barajı geçerse, çözüm sürecini bitiririz dediler ve bitirdiler.

Şimdi son ırmağı kurutmaya, son ağacı yok etmeye, son baIığı öldürmeye yeminliler. Bu şekilde kardeşliği tesis edecekler ve memleketi selamete kavuşturacaklar!

Öyle ki cümle haşerat yok etme ve sindirme politikalarının dahilindedir, ölüler bile!

Konuk Başbakan Ahmet Davutoğlu, önceki gün operasyonlardan bahsederken sıkça "hakkaniyet" diyordu. Bombalarız, ezeriz, yok ederiz, sözleri havada uçuşuyordu. Bir de "huzur" diyordu tabi.

Huzurun tesisi için bombalar yağdıran, ezen, yok eden, daha çok ölüm için and içen bir başka ülke, bir başka insan soyu yoktur her halde yeryüzünde.

Sanmayın ki cahilin cesaretiyle köpüren bu faşizan duygular yaşayanlarla sınırlıdır. Ölülere karşı bile bu intikamcı hisler artık devrede.

Rojava'da IŞİD çetelerine karşı savaşarak hayatını kaybeden YPG gerillalarının cenazeleri günlerdir sınırda bekletiliyor. Aileler perişan, duygular hüsrana meylediyor sınır kapısında.

Sözüm ona derdi İslâm, İslâm, İslâm olanlar bunu görmezden gelebilirler ama İslam dini ölülere iyilikle, merhametle yaklaşın der. İnsanın ölüsü de saygıya lâyıktır. Bu saygı bir yönüyle, ölünün yakınlarına bir teselli mahiyeti taşıdığı gibi ölümün hiçlik olmadığını anlatmak amacına da yöneliktir. O ölmüştür, fakat yine insandır; bu dünya açısından ölmüştür, fakat başka bir âlem için yeniden doğmuştur.

Hazreti Muhammed "Ölülerinizin güzel işlerini yâdedin, kötü taraflarını dile getirmeyin diyerek, ölmüşlerimizi hayırla anmamızı, iyi taraflarını ön plana çıkarmamızı tavsiye eder. Cenazelerin vakar içinde izlenmesini öğütler.

Sınır kapısında kavurucu sıcağın altında cesetler bekletiliyor. Savaşan Kürt gençlerinin cesetleri. Dini İslâm olan bir memleketin merhametidir o tabutlarda bekleyen.

Bir anne anlatıyor; "bir anne ciğerini bırakıp gider mi hiç, ben anneyim ölüme razı olurum da evladımı bırakıp gitmeye razı olmam."

"Bana bir yer bulsunlar, başka devlete gitmeye de razıyım, yeterki ciğerimi kendi ellerimle toprağa gömeyim."

Bunları söyleyen bir anne... Ruh gelip bir gözünde asılı kalmış. Yine de oğlum diyor, evladımı bırakıp gitmem diyor.

Bir baba anlatıyor; benim oğlum üniversite öğrencisiydi. Okulunu bırakıp IŞİD çeteleriyle savaşmaya gitti. Giderken benden helallik istedi. "Yanıbaşımızda kafa kesen, kadınları kızları kaçıran, diri diri insan yakan bir vahşet varken ben hiçbir şey olamamış gibi davranamam" baba dedi. Oğlum insanlık için can verdi, ama devlet bize cenazemizi vermiyor.

Ölümden beter acı bu değil mi?

"İnsanın ölüsü de saygıya lâyıktır" diyen dinin neresine sığar bu hiçlik, bu olmamışlık, bu nobranlık?

Bir başka baba anlatıyor; dört yıldır kızımı görmüyordum. Yanımıza gelecekti, evine, annesine gelecekti. Tecavüz ordusuna karşı kanının son damlasına kadar savaşarak can verdi. Şimdi bir kaç adım uzağımda beni bekliyor kızım. Kızımı evine, annesine götürmeye geldim.

Bitimsiz bir acı...

Derin bir gölden akan su gibi gözyaşları akıyor. Kendine yakıştıramıyor bu durumu, yüzünü kapatıyor. "Kızımın kokusunu duyumsuyorum, evladım gözlerimin önünde çürüyor" devamını getiremiyor, olduğu yere yıkılıyor.

Ölümden beter acı bu değil mi?

Birileri derdimiz İslâm diyerek insan yakar, kafa keser, birileri de derdimiz İslâm diyerek hiç yoktan halkına savaş açar, sınırında ceset çürütür.

Demek ki niyeti düşmanlık olanın derdi İslâm olsa da fayda etmiyor. İnsanlık için lazım olan kişilerin merhametleri değil, insan onurunu her şeyin üstünde tutan demokrasidir.