Baskı yoğun. Muhalefet cezalandırılıyor. Susan ödüllendiriliyor. Buna rağmen susmuyor Türkiye...
Ve alttan alta itiraz kültürü gelişiyor.
* * *
Geçen hafta değişik kentlerde, farklı etkinliklerde gözledim bunu...
Hafta sonu Köln’de “12 Eylül” konulu söyleşideydim.
Salı Adana’da Yeni Türkü belgeselimizin gösteriminde...
Çarşamba Ankara’da Kurthan Fişek’in cenazesinde...
O gece İstanbul’da Leonard Cohen konserinde...
Perşembe gece Fenerbahçe-Marsilya maçında...
Cuma Balyoz duruşmasında... olacaktım, olamadım.
Hepsinde coşkulu kitleler vardı.
Ve hepsi, baskıya kafa tutacak cesaretteydi.
* * *
Köln’de Aleviler, Kürtler, solcular ilk kez gözlediğim bir dayanışma içinde, 4 saat Türkiye’yi dinleyip çözümleri tartıştı.
Adana’da Yeni Türkü konser vereceği sırada Bingöl saldırısının haberi geldi. Belediye, konseri iptal etti. Salonu dolduranlar, müziğin hele -Yeni Türkü şarkılarının- eğlence mezesi değil, barış çağrısı olduğunun ve asıl böyle günlerde söylenmesi gerektiğinin bilincindeydi. Gitmeyip beklediler. Ve bir saatin sonunda Yeni Türkü’yü sahneye çıkarıp yasağı deldiler.
Fenerbahçe maçında yine müthiş coşkulu tribünler, “Alex kompleksi”yle takımı beyinsiz bırakan Aykut Kocaman’ı -yönetimin ve basının kollamasına rağmen- istifaya çağırdı.
* * *
Okulları bir gecede imam hatibe çevrilen veliler protestoda...
Ataması yapılmayan öğretmenler de öyle...
DİSK, toplu sözleşme barajına karşı eylem hazırlığında...
Şehit cenazelerinde öfke, aciz kalan Hükümet’e ve bakanlara dönüyor.
Korumasız askerler, sevk merkezlerinin sefil görüntülerini basına servis ediyor.
* * *
Gazete tirajları da teslimiyete tepkinin göstergesi...
Akan kanı, yaşanan şiddeti, halkın derdini görmezden gelen “pembe gazete”ler gün be gün erirken, dik duran, tavır koyan, muhalefetin sesini duyan gazeteler hızla tiraj alıyor.
Yazılı basında, merkezin çöküşüyle agresif tavır prim yapmaya başlarken, TV’de alternatif yayıncılık için hazırlıklar hızlanıyor.
* * *
Baskı arttıkça evet, çıkar sahipleri siniyor, bilinçsiz kitleler duyarsızlaşıyor, ama mağdur kesimler, -bir siyasi önderlik olmamasına rağmen- susmuyor. Bu itirazın giderek dozunu artıracağı ve politikleşeceği anlaşılıyor.
Buna karşın asıl suskunluk, muhafazakâr cenahta gözleniyor. Muhalefette olsalar öfkeyle sokaklara dökülecekleri konularda, mesela en son Hz. Muhammed’e hakaret eden film ve karikatürler karşısında, Başbakan’ın bir demeciyle susuyorlar.
Kimin ne olduğunun ortaya çıktığı sınav günlerindeyiz.
Ama “enseyi karartmayalım”; toplum her şeye rağmen susmuyor ve uzun uykusundan nihayet ağır ağır uyanıyor.

Not: Yeni bir kitap çalışmasını tamamlamak için bir hafta izin rica ediyorum. Öbür hafta yeniden buluşmak üzere...

 

Balyoz, siyasi bir davaydı
Her devrin simge siyasi yargılamaları vardır.
1920’lerinki İzmir Suikastı davasıdır.
1960’larınki Yassıada davası...
AKP devri, Silivri mahkemesiyle anılacak.
Balyoz Davası, konjonktürel bir davaydı. Siyasal güç dengesinin asker aleyhine değişmesi sayesinde yapılabildi ve beklenen sonuç geldi.
Bir demokraside yeni seçilmiş hükümete karşı ordu içinde darbe planlanması kabul edilemez. Ama mahkeme, baştan beri sahte delillerle, hukuksuz yargılamasıyla öne çıktı; kamuoyunda Balyoz’un “darbe yargılaması” değil, ilerici subayları safdışı bırakmaya yönelik “Hükümet tezgâhı bir siyasi dava” olarak görülmesine yol açtı.
Üç şeyi önemsiyorum:
Darbe meselesinin artık gündemden düşmesini...
Komutanların “iyi hal” göstermeyip dik durmasını...
Ve belki de ilk kez adaletsizlikten canı yanan asker ailelerinin, lojmanlarından sokağa çıkıp “adil yargılanma” talebiyle örgütlenmesini; sivil eylemin, demokratik dayanışmanın gücünü keşfetmesini...
Darbelerin çağı bitti; artık asker aileleri de ses verip mağdurların demokratik hak mücadelesi içindeki yerini alıyor.