Adıyaman’da bazı Alevi vatandaşların evlerine gece işaretler konulmuş olması düşündükçe beni tedirgin eder oldu. İçişleri Bakanı Şahin bu olay için “Münferit olay, çocukların işi” demişti. İşte bu münferit (!) vakanın münferit olarak nitelenmesi başkalarını olduğu gibi beni de rahatsız etmişti. Bu olayın ardından Hocalı katliamını protesto mitinginde beyaz berelilerin taşıdığı o iğrenç “Hepiniz Ermenisiniz, Hepiniz piçsiniz” pankartının altında aynı İçişleri Bakanı konuşma yapmaktan rahatsız olmadığı gibi yaptığı konuşma da kardeşliğe davet edici olmak yerine “kanın intikamını almaktan” söz etti.

Bu mitingin sıradan bir tepkinin çok ötesinde amaçlar taşıdığı açık olduğu halde bu pankartı Başbakan “münferit” olarak niteledi. Mitingin amacını bir başka yazıya bırakarak şu “münferit vaka” üstünde duralım.

Bu sözler aklıma bir başka “münferit vaka” düşürdü. 6-7 Eylül 1955’te Demokrat Parti (DP) iktidarı altında İstanbul’da en önce Rumlar olmak üzere Ermeni ve Yahudi vatandaşlarımızın can ve mallarına yönelik saldırı örneğin. Bir avuç çapulcunun münferit işi denmişti olaya. Öyle olmadığı olay yargıya intikal eder etmez anlaşılmış ama üstü örtülmüş, bir avuç çapulcu yakalanmış, sonra da serbest bırakılmıştı. Çok sonra bu münferit saldırının ne olduğu münferit bir açıklamayla da kesinlik kazanmıştı. MGK eski Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu bir gazeteciye verdiği röportajda olayları“6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” diye ağzından kaçırıvermişti. 6-7 Eylül saldırısı ardından Rumlar can ve mal güvenlikleri olmadığı için büyük bir dalga halinde Yunanistan’a göçmüşlerdi.


1 Mayıs 1977 katliamının ertesinde de bu olayın sol içi münferit çatışma sonucu doğduğu söylenmişti. Alevi vatandaşlarımıza yönelik Çorum-Maraş, Sivas katliamları ardından da benzer münferit vaka açıklamaları gelmişti.


Hrant Dink’in katledilmesine “Bir çocuğun işi” denmemiş miydi? Rahip Santoro ve diğer bazı gayrımüslim vatandaşların öldürülmesinde de benzer açıklamalar yapılmamış mıydı?

İçişleri Bakanı’nın yangına körükle gitmemesi elbette doğru olanıdır ama “münferit” sözü hiç kimsenin yüreğini soğutmaya yetmediği gibi yapanların –eğer öyleyse– çocuk olması aksine daha da rahatsız edici. İsmet Berkan’ın da altını çizdiği gibi eğer çocuklara kadar bu nefret duygusu inmiş ise durum vahimdir. Ayrıca hiç ikna edeci de değil bu açıklama, “çocuklar” kendiliklerinden Alevi evlerine işaret koymayı akıl edemezler.


Eğer Türkiye tarihten bugüne Dersim, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi Mahallesi gibi Aleviler üstüne toplu katliam planlarının yapılıp uygulandığı bir ülke olmasaydı, “münferit sözü” bir anlam ifade ederdi ama bizde etmez. İsterse münferit olsun olayın yarattığı korku ve endişe hiç de münferit kalamaz, kalmamıştır da. Alevi vatandaşlar kadar hepimiz de tedirgin olduk. Dersim’i yeni kuşaklar hatırlamaz ama Çorum ve Maraş’ta yaşananlar hafızalarımızda tazedir. O zaman da Alevi vatandaşlarımızın evlerine gece işaretler konmuş sabah ise büyük bir katliam yapılmıştı bu ülkede. Taksim’de “Bir gece ansızın gelebiliriz” denirken acaba hatırlatılmak istenen bu olmasın?

Türkiye içinden Aleviler tedirginliklerini açıklarken, dışarıda da tepkiler var. Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu (FUAF), geçmişte Alevilere yönelik bu saldırı ve katliamları anımsatarak “Biz Aleviler Endişeliyiz” diyen bir açıklama yaptı.

AKP, Alevi toplumunun, Ermenilerin tedirginliklerine “vehim” denip geçilemeyecek bir ülkede iktidardadır. Dolayısıyla hükümet adına konuşanlar Alevi, Ermeni vatandaşların hassasiyetlerini bilerek onlara güven verecek açıklamalar yapmalıydılar.

 


Anadolu hümanizmi hatırlanmalıydı


Başbakan Erdoğan Birleşmiş Milletler’in (BM) Medeniyetler Buluşması Projesi’ninEşbaşkanı’dır. Bu projede Türkiye’ye İspanya ile birlikte eşbaşkanlık verilmesi bir rastlantı değildi.


Tarihte sayısız farklı medeniyetlerin, sayısız farklı din, inanç, dil ve etnik aidiyetlerin birlikte bir ortak yaşam kültürü oluşturabildikleri zengin bir tarihe sahibiz. İçi boş bir Osmanlı böbürlenmesi yerine bu ortak yaşam kültürünü, bu hümanizmayı günümüze güncelleyerek taşımak tam da bugünlerde ihtiyacımız olan şeydir.

Yeni kuşakların dindar olup olmamaları onların tercihi olur ama o kuşakları nefret duygularından uzak hoşgörü kültürüyle yetiştirmek ise herkesin, hepimizin ve en başta Başbakan’ın sorumluluğudur. Ne yazık ki son zamanlarda Başbakan’ın söylemlerinde bu hümanist çizgi kendisini hiç duyurmuyor. Aksine son seçim öncesinden başlayan otoriter milliyetçi söylem Sünni milliyetçi/devletçi bir yöne evirilme işaretleri veriyor.


Özcesi, bu yazımda bizim ülkemizde şeytanın kendini “münferitte” gizlediğini hatırlatmak istedim yalnızca.