Türkiye’de asker olmak bugün için doğrudan savaşa katılmak anlamına gelmektedir. Asker olmanın zorunlu/zulüm olduğu Türkiye’de bu anlamda tekrardan yeni bir durum yaşıyoruz. Yaşanan savaşın aslında AKP/Recep Tayyip Erdoğan’ın saray savaşı olduğuna AKP’liler dışında inanmayan hemen hemen kimse de yoktur. Buna rağmen asker olma/askere zorunlu alınma, hayatların birilerinin iktidar ve hırsı için yok edilmesi halini tartışan pek kimseler yoktur. Savaşa karşı olan, bunun için aylardır sokaklarda olan, eylem etkinlik üreten yapı, grup ve partiler de buna karşı pek bir söz/eylem üretemiyorlar. Oysa yaşanan savaş her yönü ile hayatları, kentleri, geleceğimizi karartmaya devam ediyor.

20 Temmuz’da Suruç katliamı ile başlayan AKP/R.T.E./devlet savaşı 24 Temmuz’da yeni bir hal aldı. Buna karşıda Kürtler kendi meşru savunmalarını yapmak için harekete geçtiler. Bu savaşın Recep Tayyip Erdoğan’ın saray savaşı olduğuna inanan yüzbinler/milyonlar ise olup biteni uzaktan izlemekten öteye geçmiyor. Aslında bu savaş “orada” bir yerde devam ediyor, bu savaş Türkiye’nin bütün kentlerinde, sokaklarında, ekranlarında devam ediyor. Korkunç bir savaş ile tek adam iktidarını kuracak bir sistemde kimse için özgür bir hayat olmayacaktır. Bu durum biliniyor mu, ne kadar biliniyor, biliniyor da insanlar hayatlarından/ellerindekinden olmaktan korkarak geri duruyorlarsa o ellerindeki ya da hayatları bir şekilde bu savaş ile karartılıyor.

Bunu görmekten kaçmak nereye kadar? Hannah Arendt’in Hitler Almanyası için dediği “kötülüğün sıradanlığı” mı, yoksa yaşanan Frankfurt Enstitüsü'nün ve kurucusu Max Horkheimer'in “akıl tutulması” dediği şey midir? Her ne ise bu suskunluk, görmezden gelme hali korkunç kenler/hayatlar üretmek üzere devam ediyor. Bu yeni kentler ve de yeni hayatlar içinde bizler olmayacağız; vicdanı ve aklı ile eyleyenler olmayacak. Bambaşka bir tahayyül ile yol alıyor Führer Erdoğan!

Şimdi bu haliyle TSK’nin meşru ve de haklı bir savaş içinde olduğunu kimler söyleyebilir. “Oğlum 18 bin liram yoktu senden özür diliyorum” diyerek çocuğunun tabutu başında ağlayan kadını ne çabuk unuttunuz. Evet, bu ülkede medya, sanat, siyaset, ordu her şey alınıp satılan/ederi olan bir yere dönüştü. Akıl için, vicdan için, insanlık için bir üretimleri yoktur. Hitler Propaganda Bakanı Goebbels: "Bana vicdansız bir medya verin size bilinçsiz bir toplum yaratayım” diyordu, AKP şimdi bunun en alasını yarattı. Hele hele “insan öldürme sanatı” olmaktan öteye gitmeyen ordu için her şeyin bir ederi vardır; “18 bin liran varsa mı?”

Şimdi, bugün TSK’nin bir meşruiyeti yoktur. Meşruiyeti olmayan, durmadan Kürde, Aleviye, Sosyalist, demokrat, vicdanlı Türk’e ölüm ve katliam kusan, kentleri savaş yerine çeviren TSK’de bir Kürdün, Alevinin, Emekçi/yoksul, sosyalist/demokrat bir Türk’ün ne işi var? Savaşın bu insan malzemesini kurutmak için neden söz ve eylem üretmiyoruz. Savaşın bu insan malzemesini kurutmak için daha ne kadar bekleyeceğiz.  1.Dünya savaşanı “bu bir emperyalist bölüşüm savaşıdır, burada bizim ne işimiz var” diyen yüzbinlerce Alman, Fransız, İngiliz o zamanlar savaşa karşı vicdani bir tutum içinde oldular. Vietnam savaşında onbinlerce Amerikalı; “neyin savaşını veriyorsunuz, beni düşün” diyerek savaşın değil barış hareketinin öznesi oldular.

Kimse zorunlu bir şekilde asker yapılamaz. Türkiye’nin altında imzası bulunduğu uluslararası sözleşmeler var insanların asker olmama haklarını güvence altına alan. Türkiye’de bugün uygulanan zorla asker yapılmanın da ötesinde, savaşa sürülmedir. Histerik bir bireyin/iktidarın/devletin kendisini kan, gözyaşı, kent harabeleri üzerinden inşa etmesine ortak olmak istemiyorsak tavrımızı açık etmeliyiz. BU SAVAŞ BİZİM SAVAŞIMIZ DEĞİL, BU SARAYIN SAVAŞI, BU SAVAŞIN BİR PARÇASI OLMAYACAĞIM, SAVAŞIN İNSAN MALZEMESİNİ KURUTMAK İÇİN HAREKETE GEÇİYORUM, ASKER OLMAYACAĞIM, VİCDANİ RETÇİYİM demek yeni bir hayatı birlikte inşa etmenin bir adımı olacaktır.

“Bu savaş kimin savaşıdır, çocuğumu, yoldaşımı, eşimi, arkadaşımı savaşa göndermiyorum” demek bugün için olması gereken tavırlardan birisidir. Bu savaş hayatlarımızı, gelecek tahayyüllerimizi, özgürlük umutlarımızı tamamen elimizden almadan bir şey yapmalı. Bu bir şeylerden öneli bir adımda asker olamaya/askere gitmeye karşı bir duruştur. Bu ülkenin sultan/saraya hala teslim olmamış bütün yapı, grup, bireyleri bunun için bir şeyler yapabilir. “Sarayın savaşı” söylemden çıkmalı, her birimizin kendi hayatı/adımı içinde bir karşılığı olmalıdır.

Yarın geç olmadan!