Pazar günü akşamüstü yeğenimin düğününe katılmak için İstanbul Fenerbahçe Orduevi’ne gittim. Ana nizamiyedeki görevli asker, düğün için girişlerin ilerdeki bir kapıdan olduğunu belirtip ardından ekledi: “Ama sakalınız yüzünden içeri giremezsiniz.“

Neye uğradığımı şaşırdım. Orduevlerine girişte sakalın yasak olduğunu duymuştum ama bu yasağı çoktan geride bıraktığımızı düşünüyordum. Öyle ki o asker söyleyene kadar aklıma böyle bir ihtimal gelmemişti.

Neyse, kendimi tanıtıp nizamiyedeki görevli subayla bu durumu konuşmaya çalışmam, “ne yapalım emir böyle” diye özetlenebilecek o bildik yaklaşım nedeniyle mümkün olmadı. Beni diğer kapıya ve orada olması gereken nöbetçi amire yönlendirdi.

Diğer kapıda başka görevliler beni bekliyordu, ama nöbetçi amir henüz gelmemişti. Bunun yerine güneş gözlüklü bir astsubay, bana, ne gereği varsa, düğün sahipleriyle yakınlığımı, nöbetçi askere de gelin ve damadın gelip gelmediğini sordu. Ardından “daha önce de bu tür sorunlar çıktı ama genellikle çözdük” dedi. Ben de kendisine ortada bir sorun varsa bunun benden değil kendilerinden kaynaklandığını anlatmaya çalıştım ve “sizden herhangi bir şey rica etmiyorum” dedim. Kendisinden yine o bildik “biz de talimatlara uyuyoruz” cevabını alınca nöbetçi subayı da beklemeden eve dönmek için yoldan geçen ilk taksiye bindim. Yaklaşık 10 dakika sonra, akrabalarımdan cep telefonumu numaramı almış olan nöbetçi subay beni aradı, özür dileyip düğüne katılmamı rica etti, ama dönmedim.

Saflığımın kurbanı oldum

Kişisel bir derdimi anlattığımı sananlar yanılır. Yıllardır bir orduevinden içeri adımımı atmamıştım, bundan böyle de atacağımı sanmam. Açıkçası saflığımın, Türkiye’de gerçekten bir normalleşmenin yaşandığına inanmamın kurbanı oldum. Halbuki son şehit cenazelerini bazı medya kuruluşlarının izlemesine izin verilmemesi bazı şeylerin değişmediğini göstermişti ama dediğim gibi bu tür bir tatsızlık yaşayacağım hiç aklıma gelmemişti. Eğer sakalımın sorun yaratacağını bilsem zaten oraya gitmezdim.

Fotoğrafta da görüyorsunuz, bundan yaklaşık bir ay önce, sakallı haliyle Cumhurbaşkanı (dolayısıyla Başkomutan) Abdullah Gül’ün uçağına binmiş biri olarak, sırf sakalım var diye bir orduevinin kapısında kötü muamelemeye maruz kalmış olmak beni üzdü. Orada görevlilere sık sık “Hangi devirde yaşıyoruz?”, “Ne zaman değişeceksiniz?” diye sordum ama bu soruların muhatabının kendileri olmadığı anlamına gelen “biz emirleri uyguluyoruz”dan başka bir tepki alamadım.

Olayın bu kadar basit olduğunu sanmıyorum. 12 Eylül döneminde askeri cezaevlerinde sistemli bir şekilde işkence görmemize rağmen, durumdan rahatsız olan bazı asker ve subaylar bir şekilde bunu bize göstermenin bir yolunu bulurlardı. Pazar günü Fenerbahçe Orduevi’nin önünde bu tür “insani” reflekslerle karşılaşmamış olmak üzüntümü daha da artırdı.

Bu yaşadıklarımın siyasi anlamı üzerine çok şeyler söyleyebilirim. Ama ben olabildiğince kendimi frenleyip Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst kademesine sadece şunu söylemek istiyorum: Otoriterinizi benim sakalım, bir diğerinin başörtüsü üzerinden, orduevi kapılarında yeniden tesis etmeye çalışmaktan vazgeçseniz herkes için çok iyi olacak.