Elinde birkaç selpak mendil ile saçları arkadan örgülü, küçük bir kız çocuğu yanaştı masamıza… Temmuz ayının ortaları gibi, bunaltıcı sıcakların en yoğun hissedildiği günlerdi. Yanımıza gelen çocuk, çekimser bir ses tonuyla masamızın arkasındaki meşrubat dolabını işaret ederek, ‘abi bana su alır mısın’ dedi. Kafenin çalışanından çocuğun isteğini rica ederek, ayakta duran çocuğa masamıza oturabileceğini söyledim. Utangaç bir tavırla yanımıza oturdu. Adını sordum, Ruba dedi ve kendisiyle biraz sohbet ettik.

Ruba, yıllar önce ailesiyle birlikte Suriye’den gelmiş. İlkokul 2’inci sınıf öğrencisi olan bu küçük kız çocuğu, okulu olmadığı zamanlarda Taksim’e selpak mendil satmak için geliyormuş. Çalışmak için yaşının küçük olduğunu söylediğimde ise Ruba, ‘’Abi annem çalışmıyor. Ailemde bir tek abim çalışıyor ve biz de ailemize destek olabilmek için okul olmadığı zamanlarda çalışıyoruz’’ dedi. Yarım Türkçesinden anladığım kadarıyla abisi tekstil sektöründe işçi olarak çalışıyordu. Biraz mahçup bir halde yanımıza oturan Ruba, anlatacağı çok şey varmışçasına konuşmaya devam etti: ‘’Abi, Suriyelileri sevmiyorlar. Bize farklı davranıyorlar, abim de o yüzden sürekli iş değiştiriyor’’ dedi. Konuşma esnasında garson Ruba’ya su getirdi. Ruba, su şişesinin üstündeki yazıları okuyarak, ‘abi doğru okuyabildim mi’ diye, heyecanla sordu. O, küçücük yaşında ailesine destek olabilmek için çalışırken, aynı zamanda da bir şeyleri öğrenebilmenin heyecanını yaşıyordu. Ve Ruba’nın hayatına dokunmak o gün arkadaşımla bana çok şey öğretti mesela; utanmayı…

Ekonomistler Platformu tarafından geçtiğimiz günlerde yapılan bir anket bana Ruba’yı ve konuşmalarımızı anımsattı. Bireysel anlamda ruhumuza dokunabilen bu insanları istatistiklerle nasıl ötekileştirebildiğimizi gördüğüm an kanımın çekildiğini hissederek bu söz konusu anketten sizlere bahsetmek istedim:

Aksoy Araştırma’ya yaptırılan bu ankete 1500 kişi katılıyor. Bu katılımcıların yüzde 51’i erkek, yüzde 49’u kadın.

Ne yazık ki, bu ankete tüyler ürperten cevapları verenlerin yüzde 41’i ise 25-44 yaş grubundan. Bu kişilerin eğitim düzeyi ise; yüzde 37,5’i ilkokul mezunu, yüzde 16’sı ortaokul, yüzde 27,7’si lise, yüzde 7,5’u da dört yıllık üniversite mezunu.

Katılımcıların yüzde 18’i İstanbul’da, yüzde 12,7’si İzmir’de, yüzde 12’si Adana’da, yüzde 11,8’i de Ankara’da yaşıyor.

Ankette şöyle bir soru soruluyor: “Suriyeliler Türkiye ekonomisi üzerinde sizce nasıl bir etki yaratıyor?”

Gelen cevaplar inanılır gibi değil. Katılımcıların yüzde 38,7’si ‘olumsuz’, yüzde 27’si ‘çok olumsuz’, yüzde 18,7’si ‘ne olumlu ne olumsuz’, yüzde 14,2’si ‘olumlu’, yüzde 1,5’i de ‘çok olumlu’ cevabını vermiş. Ankete katılanların yüzde 69’u Suriyelilerin iş piyasasında olumsuz etki yarattığına inanıyor. Türkiye’ye Suriyeliler gelmeden önce sanki hiç işsizlik sorunu yokmuş gibi cevap veren katılımcıların yüzde 69,8’i, Suriyeliler için “Daha ucuza çalışıp Türklerin işsiz kalmasına neden oluyorlar” diyor.

Ve bir başka soru…

“Suriyeliler şehrinizdeki ev kiralarını etkiledi mi?” sorusuna yüzde 67,2 “Kiraların artmasına neden oldu”, yüzde 25,5’i de “Bir etkisi olmadı”cevabını verdi. Katılımcıların yüzde 65,8’i, Suriyelilerin Türkiye’de işyeri açmasına karşı.

Belki bu yazıyı okuyanların çoğunluğu, ‘ne kadar ırkçı bir toplumuz’ diye, düşünebilir. Fakat, ben öyle düşünmüyorum. Bana göre bu anketi yanıtlayanların birçoğu meseleye pragmatist yaklaşıyor. Suriyeliler Türkiye’ye gelmeden önce iş sahasında aynı rahatsızlık Kürtlerden duyuluyordu. Yani, o zamanlarda baş aktör Suriyeliler değil Kürtlerdi. ‘Kürtler neden memleketinden batıya çalışmak için geliyor?’ sorusuyla birlikte, ‘gidin memleketinizde çalışın’ cevabıyla Türkiye’nin batısında pragmatist bir öfkeye dönüşüyor. Bir başka deyişle bu durumun bireysel çıkarcı yaklaşımlardan toplumsal çıkarcı yaklaşıma dönüştüğünü söyleyebiliriz. Hatta kendi içerisinde de gettolaşan mikro çıkarcılığa örnek vermek istiyorum; İstanbul’da, Tarlabaşı’nda seks işçiliği yapan transseksüel kadınların da en büyük rahatsızlığı, Suriye’den İstanbul’a gelip seks işçiliği ile geçimini sağlamak zorunda kalan Suriyeli transseksüel kadınlar. Türkiye’de toplum tarafından ezilen Türkiyeli transseksüel kadınlar kendi içinde de Suriye’den gelen Suriyeli transseksüel kadınların üzerinde egemenlik kurma çabasına düştü.

Bu sebeple anketi ırkçılık olarak değil, bireysel çıkarcılıktan toplumsal çıkarcılığa dönüşen bir öfkenin tablosu olarak yorumluyorum. Ne yazık ki, bu pragmatist hastalığın en etkili sebeplerinden birisi kapitalizmin ta kendisidir. Diyarbakır’dan İstanbul’a çalışmak için gelen Mehmet’in ya da Suriye’den Türkiye’ye ailesiyle gelmek zorunda bırakılan ve ailesine destek olabilmek için selpak mendil satan Ruba’nın hayatına dokunabilmenin yolu paylaşım ekonomisinin geliştirilmesidir.