MİT yöneticilerinin özel yetkili savcılığa çağrılmaları Türkiye siyasetinin temellerini sarsacak kadar büyük bir gelişme. Erdoğan’ın MİT’in başına getirdiği Hakan Fidan’ın KCK soruşturması kapsamında ifade vermesi için emniyet fezlekesi marifetiyle çağrılması, özel yetkilerin gerçekten ne kadar özel ve dokunulmaz olduğunu gösteriyor. Siyasetin satır aralarını bilenler için bu müdahalenin ‘Türkiye’nin en güçlü insanı’ olarak kabul edilen Erdoğan’a yapıldığını anlamak zor değil. Adımın sembolik önemine dikkat etmek gerekiyor.
Mesele şimdilik iki şekilde yorumlanıyor: 1. Derin devletin MİT üzerinden PKK ile görüşülmesine dair duyduğu rahatsızlığın su üstüne çıkması. Bu yorum isabetli değil. AKP doğru bir adım atarak sorunun en önemli muhatabı olan PKK ile görüşmeleri başlatmış, hatta ana muhalefet partisi dahi bunu onaylamıştı. Ancak AKP bu yoldan tamamen ayrıldı ve Kürt sorununun müzakereyle değil, münakaşa ve muharebe ile çözüleceğine kani oldu. Yani eski devlet refleksleri AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımını belirlemeye başladı. Bu nedenle derin devlet refleksi yorumları gerçekçi değil.
2. yorum siyasal İslamı temsil edenlerle sosyal İslamı temsil edenlerin arasındaki gerginliğin su üstüne çıkması. Konu hakkında yazılan yorumların neredeyse hepsinde bu olasılık satır aralarında ya da açıkça ifade ediliyor. Devlet içinde birbirine karşıt görüşteki grupların nüfuz mücadelesine girmesi doğaldır. Doğal olmayan, özel yetkilerle donatılmış savcıların siyasi tasarruf olan alanlara girmeleri.
Ordunun kışlasına dönmeye başladığı bu günlerde emniyet+yargı ile Başbakanlık+MİT arasında bir gerginlik yaşanmasının tek nedeni, devlet içinde nüfuz savaşına girmiş grupların olması değil, bu mücadelenin hukuki alana kaydırılabilmesinin Türkiye’de mümkün olması. Dikkat edelim, önemli olan, mücadelenin varlığı değil, verildiği alanın mahiyeti. Organik ve dikey örgütlenen sosyal İslamla formal ve yatay örgütlenen siyasi İslam’ın yolları sertçe kesişmiştir. Bu tip örgütlenmeler ve çatışmalar her toplumda olur ama demokratik toplumlarda çatışma kurumsal mahiyet almaz.
Üç olasılık var. En kolayı, bu meseleyi bir trafik kazası olarak görüp kapatmak. Ancak bu zor bir olasılık. Çünkü geçilen sınır, sınırötesinin sonuçlarını tahlil etmeden geçilecek bir sınır değil. Kaza deyip geçmek, meseleyi ötelemek ve daha sonra daha büyük tezahür etmesini sağlamaktır. İkinci olasılık, karşı saldırı. Zaten iki görevden almayla bu adımın sinyali verildi. Arkası gelirse siyasetin dümeninde seçilmiş ve seçilmemiş eller birbirine karışır. Sosyalin daha fazla siyasallaşmasının önünü açar.
Üçüncü olasılık ise hudutların kanununu artık daha doğru dürüst belirlemek. Özel yetkili mahkemelerin eski DGM’leri hortlattığı uzun zamandır yazılıp çiziliyor. Bu yetkiler kurunun yanında bolca yaş yakıyor. İşkenceci polisler komünist, şiddet karşıtları terörist, Ergenekon karşıtları derin devletçi ve şimdi de MİT... Anlaşılmıştır mesaj. 

O zaman çözüm belli
Demek ki artık siyaset meydanı ile mahkeme meydanı birbirinden ayrılmak zorunda. Siyasi mücadele apoletle, üniformayla, cüppeyle yapılmıyor. MİT’in Taraf’ı dinlemesiyle, MİT başının savcılığa çekilmesi Habil ve Kabil kadar yakın. Barış olmak zorunda. Kavga kimseye yaramıyor. Çözüm, demokrasinin asgari müşterekinde buluşmak.
Yapılacaklar belli. AKP’nin özel yetkili mahkemelerin ve CMK’nın kalın ayarını yapması, siyasi alanın dokunulmazlığının tek garantisi olacak, muhalefet de buna destek verecektir. Bu tip bir gelişmenin birçok olumlu sonucu var: 1. Kürt sorunu müzakere sürecinde çözülmeye başlar, çok can kurtulur. 2. Meclis’teki boykot ve işgale kadar varan gerginlik azalır, anayasa için mutabakat imkânı ortaya çıkar. 3. AKP hakkında yurtiçi ve yurtdışında artık daha sıklıkla söylenen baskıcılık iddiaları azalır. 4. Ve en önemlisi, siyasetin sınırları ile mahkemenin sınırları belirlenir, bumeranglar toprağa gömülür. Hudutların kanunu net bir şekilde tanımlanmazsa özel yetkili siyaset alır başını gider.