Ben, Türkiye’nin AKP eliyle demokratikleşmesi ve Kürt meselesini çözmesi konusunda, birçok nedenle, ‘demokrat’ arkadaşlarımızın çoğu gibi ‘umutlu’ değildim. Ama, inanın en umutsuz anımda bile, AKP ve Türkiye’nin bu denli ‘geri’ bir mevziye savrulacağını aklıma hayalime getiremezdim. ‘Sivil dikta kaygısı duyuyorum’ dediğim zamanda bile, hayal gücüm bugünkü kâbusu öngöremiyordu. Her şeyden önce, derin bir üzüntü içindeyim.

Demokratikleşmenin, Kürt meselesinin geldiği nokta ortada! Dahası, liberalizmden, ‘pornoculuk’un anlaşıldığı pespaye bir düzeye düştük! Türkiye’nin anlı şanlı demokratları hâlâ bunların ‘seçim yatırımı’ olma ihtimali çerçevesinde analizler yapabiliyor veya ‘seçim yatırımı’ olma ihtimalini seviyorlar. Oysa, tüm bunların ‘seçim yatırımı’ olabilmesi, başlı başına vahim bir durum.

 

Karşı durmalıyız

Çünkü, eğer tüm bunlar ‘seçim yatırımı’ ise, demek ki, bu üslubun, bu siyasetin, muhafazakâr çevrede oy getireceği hesaplanıyor. Bu durumda, siyasetçilerin ufku ve seviyesinin ötesinde, toplumun ciddi bir çoğunluğunun ufku ve seviyesi ortaya çıkmış oluyor. Asıl kaygılanılması gereken de bu!   

Demek ki, iktidar partisi, bu üslubun, özgürlükler konusunda bu hoyratlığın, Kürt siyasi hareketini ‘teröristler’ mantığı ile boğmaya çalışmanın, hitap ettiği tabanda itibar kaybettirmek bir yana, kolayca oya tahvil edilebilecek bir karşılığı olduğunu görüyor. Bu tabloyu kışkırtmak bir sorun, ama daha önemlisi, Türkiye’nin mevcut tablosunun bu olması.

Hâlâ ‘balkon konuşması’ bekleyenlerin aklına şaşarım! Böyle bir tablo içinde balkonda ne söylenirse söylensin bir anlamı olabilir mi? Güneydoğu’da yaşanan tatsız olayları, ‘Kürtlerin çocukları Müslüman olmasın diye yakıyorlar!’ diye gören veya gösteren bir zihniyet hangi balkon konuşması ile onarılabilir? Veya onarma derdinde olan var mı? Kürt siyasal hareketini, ‘din düşmanı teröristler’ olarak gören/gösteren bir algının siyasi ufku ne olabilir? 

En kötüsü, BDP’nin temsil ettiği çizgiye mesafeli, Kürt aydın ve siyasetçilerinin birçoğunun artık bu çizgi ile buluştuğu bir blok oluşturması bile, bu kaba sindirme mantığını değiştirmek bir yana, daha da öfkelendiriyor. Demek ki, mesele, Kürt sorununu çözmek değil, düpedüz iktidar alanı çatışması, Kürtleri oyalama, idare etme meselesi imiş. Bu net bir şekilde açığa çıktı.

Ali Bulaç, dün (Zaman gazetesinde) çok dikkat çekici bir değerlendirme yapmış. ‘Ilımlı, yatıştırıcı kimliği ile öne çıkan Hak-Par temsilcilerinin’ şu sözlerini alıntılamış; “Bu güne kadar olayları kınamakla yetindik, ancak kınamakla bir yere varılmıyor. Halkta yankısı olmuyor, devlet uzlaşmacı grupları kale almıyor. Bundan sonra Kürtlerin bir araya gelip ortak hareket etmeleri gerektiğine karar verdik.” Bulaç, bunun ardından, Risale-i Nur öğrencileri ve izleyicileri olarak bilinen Medzehra grubunun (Nubihar) temsilcisi, “‘İslamcılığın ve enternasyonalizmin bulunduğu noktadan Kürtler görünmüyor’ dedi ve bu beni çok üzdü” diyor.

Hepimizin çok üzülmesi gereken bir noktadayız, ama üzülmekle yetinemeyiz, felakete gidişe ‘karşı durmak’ zorundayız. Ben, bu koşullar altında, yapılması gerekenin, topyekün bir taarruza maruz bırakılarak, siyaset dışına itilmeye çalışılan Kürt siyasi hareketinin yanında durmak olduğunu düşünüyorum. Birçok Türkiyeli aydının BDP öncülüğünde bağımsız adayları içine alan ‘Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nu destekleme nedenlerinin en başında gelenin bu olduğunu düşünüyorum. Vicdan sahibi olan herkesi de, destek vermeye ve yaygın iftira ve karalama kampanyalarına karşı uyanık ve duyarlı olmaya davet ediyorum.

 

Hayat memat meselesi

Son olarak, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, demokrasi değil, ‘örtülü OHAL yaşanıyor’ demiş, bence çok isabetli bir tanım olmuş. Türkiye’nin ciddi bir demokrasi krizi yaşadığını ve bunu aşmasının, daha fazla demokrasi isteyen hepimiz için hayat memat meselesi olduğunu hatırlatmak isterim. Demokrasiler için yegâne tehdit olarak askeri darbeleri görüp/gösteren, bunun ardına gizlenerek mevcut iktidarı tahkim eden veya demokrasi karşısındaki yeni tehditlere karşı mücadeleyi göze alamayan yorgun  demokratları bırakın, kendi dar dünyalarına hapsolsunlar. Tek başarılı oldukları şey, daha fazla özgürlük, hak, hukuk, adalet isteyenlerin ruhunu karartmak, vicdanını köreltmek, cesaretini kırmak. Cesaretli, vicdanlı, özgür ruhlu olun, başarılı olmalarına izin vermeyin!