“Ortalamaya” işaret ederek yaşayan bir toplum “ortalama bir toplum” olmaktan kurtulabilir mi?

Anlıyorum ki bizim toplumda hemen herkes bir “ortalama vatandaş” kavramından giderek işini yapıyor. Ne eksik, ne fazla!, ortalama! İşadamına soruyorsun “Bunun daha iyisini yapamaz mıydın” diye. Cevap “Bizim toplumda ‘ortalama insanın’ zevki bu, biz de bu ‘ortalama insana’ göre üretim yapıyoruz”.

 Sanırsınız bu “ortalama insan” kavramı bilimsel bir kavram ve o üzerine araştırmalar yapmış ya da yapılanları okumuş. Ne gezer! Birkaç gözlemden, birkaç anlatılan hikâyeden kendine göre bir “ortalama insan” çıkarmış ve ürettiği malı da o insana göre biçimlemiş.

Soruyorsun medya yöneticisine, “Bu diziler ne böyle toplumun içi dışı anlamsız saçma sapan dizilerle doldu” diye. Cevap “Ortalama insanımız bu, o böyle diziler istediği için biz de böyle diziler çekiyoruz”.

Kimdir bu “ortalama” insan diye sorsanız birkaç gözlem ve anekdottan başka söyleyecek bir şeyi yok aslında. Ama yine de gazetesini de televizyon kanalını da bu “ortalama” insana göre ayarlamış gidiyor.

Soruyorsun siyasetçiye “Erdoğan’ın Avrupa’daki konuşması neydi öyle” diye. Hele şu Fransız milletvekili ile ilgili söylediği “Siz Türkiye’ye Fransızsınız galiba” sözü edilecek söz müydü? Cevap, “Sen bilmiyorsun bu işleri, Erdoğan ‘ortalama Türk insanına’ konuştu. Nasıl ‘One minute’ lafı o ‘ortalama insanın’ gönlüne girmişse bu laf da onların gönüllerine girdi bile. Erdoğan’a oy getireceği kesin”.

Peki, ama bir ülke böyle bir “ortalama” üzerinden biçimleniyorsa o ülkenin de ancak “ortalama” bir ülke olacağı açık değil mi? Ortalama bir ülkenin de ne kendine ne de insanlığa hayırlı olması mümkün olabilir mi?


İşin en vahim yanı ise “ortalama insan”ın da bütün bu kesimleri “ortalama” olarak görüyor olması. İşadamını, medya patronunu ya da siyasetçiyi, “ortalama işadamı”, “ortalama medya patronu”, “ortalama siyasetçi” olarak görüyor olması ve ona göre onlara davranması...

Böylelikle döngü tamamlanıyor ve bir toplum, bir ülke “ortalamaya” kilitlenip kalıyor. Artık oradan ortalamanın üzerinde bir performans beklemek, yaratıcı çıkışlar ve radikal dönüşümler beklemek gerçekçi olmaktan çıkıyor.

Nitekim bizim durumumuz da bu.

Her şey öyle “ortalamaya” kilitlenmiş durumda ki kimsenin bu kısır döngüyü kırmak gibi bir niyeti yok. Ne siyasette, ne ekonomide ve ne de başka bir yerde.

Bu durum biraz bilgisayarlardaki Q klavye meselesine benziyor. Daha hızlı yazmayı mümkün kılacak daha ileri harf yerleşimleri bulunduğu halde daha yavaş olduğu biline biline hâlâ Q klavye kullanmaya devam ediliyor olması sorununa. Bilindiği gibi neredeyse dünyanın her yerinde eskiden daktilolarda, şimdi ise bilgisayarlarda, en sol üst köşede Q ile başlayan W, E, R diye giden harflerin belirli bir dizilimi var. İşte bu harf diziliminden daha iyisi bulunduğu halde insanlar bir türlü bundan vazgeçemiyorlar.

Neden?


Cevabı basit: insanlar bu alışkanlıklarından vazgeçmediklerinden dolayı bilgisayar firmaları da bu dizaynı değiştirmiyor; bilgisayar firmaları bu dizaynı değiştirmediği için de insanlar da bu alışkanlıklarından vazgeçmiyorlar.

Gördünüz mü kilidi!

Toplumun Q klavyeye kilitlenmesi gibi biz de aslında bu “ortalama insan” kavramına kilitlenmiş durumdayız. Çeşitli kesimler kendi davranışlarını “ortalama insana” göre biçimlediklerinden “ortalama” bir performansa da razı oluyorlar, “ortalama insanlar” da bu kesimlerin daha ileri reformlar yapacak kesimler olmadıklarını, yani “ortalama” olduklarını düşündüklerinden daha ileri bir değişim de talep etmiyorlar.


Oysa önümüzdeki dönem “ortalama”nın dışında davranışlara gereksinim duyulacak bir dönem olacak
. Bu kısır döngüyü kırıp başta Kürt sorunu dediğimiz sorun olmak üzere sorunlarımızı çözecek yaratıcı yollar bulmamız gerekiyor. Çünkü artık nasıl Q klavyeden çok daha hızlı yazmayı mümkün kılan yeni harf dizilişleri varsa tıpkı onun gibi şu andaki eşitlik, özgürlük ve demokrasi düzeyinin çok üstünde bir toplum olma imkânı da var.

Yeter ki şu “ortalama Türk vatandaşı” safsatasına kilitlenmekten kurtulalım...