Doğru. Kılıçdaroğlu’nun işi zor.

Ama bu zoru o seçti. Son Kurultay’da kendini parti içi dengelere hapsetti. Şimdi ulusalcı-devletçi kanadın yediği nanelere kılıf  uydurmak için çabalıyor. Kurultayda genel başkan yardımcısı iskemlelerinden birine oturttuğu Haluk Koç’un Oslo görüşmeleri” ile ilgili zehir zemberek açıklamalarının demokrat kamuoyunda ve-ve evet- parti içinde yarattığı kaygı ve eleştiriler karşısında bir yandan “Silahlar susacaksa, akan kan duracaksa görüşmeler devam etmeli" dedi, bir yandan da Haluk Koç’un amacının AKP’nin ikiyüzlülüğünü topluma göstermeyi amaçladığını söyleyerek yardımcısının marifetini(!) savunmaya, en azından önemsiz göstermeye çabaladı.

Zaten Haluk Koç da tepkiler karşısında, çıkışını gerekçelendirmeye yöneldi. Radikal’den Koray Çalışkan’ın “çalışkan bir gazetecilik” yapıp sorduğu soruya cevap verirken, “Bu çıkış çok büyük çıkış değil. Esas nedeni Erdoğan’ın Sosyalist Enternasyonal’de CHP’nin PKK’yı dolaylı olarak destekleyen bir tavır aldığını söylemesi. Bir de Hüseyin Aygün ile ilgili açıklamaları”  diyor. Çıkışın nedeni “Parti tabanında tepki topladığına inandığı bu hasarları tamir etmek için CHP’nin bir şey yapması gerektiğini düşünmesi” imiş. Ve ekliyor “PKK ile devlet konuşabilir. Silah bıraktırmak için böyle bir adımı anlarız. Ama PKK’yı muhatap alarak çözüm için konuşmak olmaz”…

Buyrun burdan yakın…

“Oslo mutabakatı”nda PKK temsilcileri ile görüşmeyi benyapmadım, devletin görevlileri yaptı. Hükümet (siz “Başbakan Erdoğan” diye okuyun) devlet görevlilerinin vardığı uzlaşma metnini elinin tersiyle itip “Son terörist kalıncaya kadar askeri operasyonlar sürecek” masalına sarıldı. Eh, PKK’nin şahinleri de Erdoğan’ı açığa düşürmemek için ellerinden geleni yaptılar (Silvan vb…)

Bir soru daha: Madem bu çıkış çok büyük bir çıkış değil, sadece parti içindeki hasarı tamir etme hedefinden ibaret, o zaman Koç’un ilk açıklamasındaki “Suç duyurusunda bulunacağız” cümlesini ne yapacağız?

CHP eğer Kürt sorununda bir demokrasi sınavı verecek idiyse, Haluk Koç’a düşen “Olası bir barış ümidini yok edip savaşı tırmandırarak yurttaşlarımızın ölümüne yol açtığı” gerekçesiyle Erdoğan’ın izlediği Kürt politikası hakkında suç duyurusunda bulunmak değil miydi?

*    *    *

CHP’yi tartışıyorsak sorun Haluk Koç(giller) değil.

Kurultay’da parti yönetimini oluştururken “Biraz sahici sosyal demokratlardan, biraz popülist (=halk dalkavuğu)kanattan, biraz da ulusalcılardan” deyip ve bunu “parti içi dengeleri gözetmek” olarak niteleyip “Ne kuş ne deve” bir yönetim ekibinin yeğlenmesidir.

Bu yönetim ekibi aslında partiyi yarınlara taşımıyor, tersine bütün temel sorunlarda kilitliyor.

Parti içinde kurulan ve Kürt sorununa barışçıl çözüm olanaklarını arama, bu yönde öneriler geliştirme hedefini önüne koyan “Barış Grubu”ndan bu güne kadar bir ses, bir soluk duyan var mı ?

Sencer Ayata ve arkadaşlarının Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan seçilmesinin ardından kamuoyuna açıkladıkları “demokratikleşme paketi” yönünde atılmış bir adım(cık) sayabilen var mı ?

*    *    *

Bilen biliyor. CHP’li değilim. Hiç olmadım. Oy da vermedim. Ama bu ülkede demokrasinin gelişmesi, bir adım(cık) da olsa ilerlemesi yönünde atılacak her adımı önkoşulsuz desteklemek gerektiğine inanırım. “CHP’den ne köy olur ne kasaba” toptancılığı bizden uzak olsun. O partide sahiden sosyal demokrasiye gönül vermiş, sosyal demokrat ilkeleri benimsemiş kişiler var. Ama önlerine  “Ulusalcı kanat ne der? Parti tabanı ne der” gibi adeta aşılmaz bir duvar örülüyor.

Ulusalcı kanadın ne dediğini, ne diyeceğini biliyoruz.

Ama “Parti tabanı ne der” mazereti mide bulandırıcı.

Ecevit’in “Ortanın solu” bayrağını açıp kırk yıllık ve örümcek bağlamış CHP’yi sarstığı günlerde aynı “mazereti” defalarca duymuşluğum var. Ecevit ve onu öne çıkaran ekip (Buradan Kamil Kırıkoğlu’na, Selahattin Esatoğlu’na saygı iletelim) “Parti tabanı ne der” diyenlere “Bizim dediğimizi der” deyip yollarına devam ettiler ve CHP tarihinde ilk kez sandıktan zaferle çıktı.

Baykal döneminde ihraç sınırına gelinen “Sosyalist Enternasyonal”e dönüş ve orada başkan yardımcılığına seçilerek onurlandırılma elbet iyidir, alkışı hak eder. Ama sosyalist enternasyonal’de ifadesini bulan “sosyal demokrat” politikalar üretilmiyorsa, uygulanmayorsa, Koç(giller) ağzıyla tersi adımlar atılıyorsa çok da anlam taşımaz…