Savaş naraları göklere yükselmeye başladı iyiden iyiye.

 

Bir avuç çıkar odaklı düşünce yapısı, milyonların yaşamını olumsuz yönde etkileyecek kirli savaş senaryolarını hayata geçirmek için ellerinden geleni artlarına koymamacasına çalışıyorlar.

 

Savaş denen illeti bilmediklerinden değil! Aksine bildiklerinden ve de çok fazla istediklerinden böyle canhıraş çalışıyorlar. Çünkü onlar savaşın vahşetinden, açlıktan, yoksulluktan, yıkımdan ve en önemlisi ölümden nemalanmanın hesabını iyi yaparlar. Bunun için savaş vesilesi ile yaşanacak vahşet, yıkım ve ölümden ticari ve siyasi olarak elde edilecek ganimet onların iştahla avuçlarını ovuşturmalarına sebep olmakta ve histeri halinde savaş nidaları gökyüzüne yükselmektedir.

 

Tabi savaş nidalarını atanlar savaş nedeniyle oluşacak yıkım meydanlarında, siperlerde ve ölümlerde olmayacaklar! Ama bu alanlarda kanı akması gereken, açlık ve sefalete katlanması gereken milyonlarca insana ihtiyaçları olacak.

 

Savaşlardan hiçbir şekilde nemalanma derdi olmayan, tek savaşları işleri, aşları ve gelecekleri olan milyonlarca işçi ve emekçi. Her dilden, her renkten, her cinsten milyonlar… Savaştan hiçbir şekilde nemalanmayan ve savaşa karşı olan milyonlar…

 

Peki, bu insanlar nasıl savaşacak, nasıl çıkar gruplarına hizmet edecek? Bu savaş bir avuç insan ile yapılmayacak ise bu halk, bu insanlar savaşa nasıl seferber edilecek?

 

İşte o aşamada avucunu okşayanların adım adım izlediği kara propaganda devreye girer.

 

Öncelikle savaş hedefine konulan ülke ile ilgili yazılı ve görsel medyada olumsuz haberler çıkarmakla başlar süreç. Çok değil birkaç sene önce kardeşim dediğin, beraber tatil yaptığın insanlar da buna dâhildir! Bu ülke ve yöneticilerinin halkına zulmeden, zalimler olduğunu sistematik olarak anlatmak bu işin ısıtma aşaması.

 

Sonra bu ülkenin iç politikasına karışmak, taraf olmak, taraf olunan muhaliflere her türlü desteği sunmak devreye girer. İçte yaratılan huzursuzluk ve yaşanan savaş nedeniyle ortaya çıkan insanlık dramı gösterilmeye başlanır ekranlarda. Sanki bu durumun sebeplerinden biri değilmişçesine. Bombalardan önce tampon bölge, mülteci kampları, insani yardım sözcükleri uçuşur havada…

 

İç muhalefet yetersiz kaldığında, sınır bölgelerde sıkışan muhaliflere askeri olarak destek sunmak gerekir. Bunun için sınırları aşması gereken bir bomba gerekir! Şarapnellerin ortalığa saçılması gerekir! Olmadı birkaç yurttaşın ölmesi gerekir! Böylelikle hedefe konulan ülkeye misilleme atışları yapılabilir. Adına her ne kadar misilleme denilse de planlı ve programlı hedef vuruşları olduğu gerçekliği gizlenerek!

 

Sonra mazlumu oynamak, saldırıya uğradığını beyan etmek gerekir. Savaşa onay alınması ve halkın da ikna etmesi gerekir. Savaşmak için yetki almak gerekir. Tezkere almak gerekir.

 

Artarak devam eder savaş propagandası!

 

Ülkemize düşen bombalarda ölen vatandaşlarımız için!

 

Ulusal çıkarlarımız için!

 

Bağımsızlığımız ve ülke bütünlüğümüz için!

 

Zalimlere karşı mazlumları korumak için!

 

Savaşa karşı olmamıza rağmen, savaşa hazır olduğumuzu göstermek için!

 

Zart için!..

 

Zurt için!..

 

Diye devam eden şatafatlı sözlerle, ülkesinde yaşanan savaşta binlerce ölümlerin olduğu, her gün ölüm haberlerinin yaşandığı bir ortamda komşu ülkede yaşanan zulümden bahseden, demokrasi ve insan hakları konusunda ahkâm kesen bir edebiyatla savaşa zemin hazırlama söylemleri devam eder.

 

Barış diyenler bu dönemde vatan hainidir. Ülkenin geleceğini ve ulusal çıkarlarını düşünmeyen, sorumsuz ve cahil insanlardır. Onlara hadlerini bildirmek ve yüksek perdeden seslenmek gerekir.

 

‘Ne barışı?’ diye bağırmak gerekir!

 

Bu bağırmalar, ahkâm kesmeler hep bir hedef gözetmektedir aslında. Ama gözetilen bu hedef hiçbir zaman ülkenin bağımsızlığı ve bütünlüğü amaçlı değildir. Hele halkını düşündüğünden hiç değil!

 

Çünkü halkını düşünen bir zihniyet savaş bütçesini halkına yıkmaz. Milyonlarca işçi, emekçi ve yoksul vatandaşın yaklaşan kış şartlarında yapılan zamlar nedeniyle huzursuzlanması karşısında, ‘Gazı yakan, içkiyi içen ödesin’  diye fütursuzca konuşmalar yapmaz.

 

Ülkenin huzuru, halkının refahı için çalışan bir yönetim öncelikle ülkesindeki iç barışı sağlar. Sonrasında ise ülkesinin ve halkının geleceği için dünya barışı ve kardeşliği için politikalar üretir.

 

Halkların düşmanlaştırılması ve savaşması için bütçe ve komplo teorileri değil, barış ve kardeşlik temelli insan odaklı siyaset yapar.

 

Göklere yükselmeye başlayan savaş nidalarının geniş halk kesimlerinin çıkarına olmadığı ortadadır. Bu sebeple savaş karşıtlarına ‘Ne barışı?’ diyenler bu sesi çok duyacaktır: ‘Ne savaşı?’