Başbakan, bu son seçim sonrası evrede, kendi “olgunluk” dönemine girdiğini söylemişti. Bense o seçimden önce başlayan tezahürlere baktıkça, bunun neyin olgunluğu olduğunu anlayamıyordum. Benim “olgunluk” diye anladığım şeyle bir ilgisi yoktu bu davranışların. Ama geçen gün Başbakan Hocalı mitingindeki pankartlar ve sloganlar üstüne bir kelâm etme gereğini duymuş ve bunların “münferit” olduğunu söylemiş. Bunu duyunca anladım neyin olgunluğu olduğunu. Elhak doğru. Kastedilen o olgunluksa, evet, o mertebeye varılmış.

Bu ülkede her türlü ilkellik ve iğrençlik yapılır. “Devlet adamlığı”, her zaman, bu yapılanın “münferit” olduğunu söylemektir. En çok “işkence” alanında işitirdik bunu. Olmadık işkence görmüş birini ya da birilerini gösterirsin, işkenceden ölmüş adam olgusu anlatırsın, cevap değişmez ve her daim hazırdır : “Münferit bir vaka. Evet, maalesef böyle münferit vakalar oluyor.”

Nerede olmuş, münferit vaka? Karakolda, devlete ait bir yerde, örneğin Kontr-gerillada, değil mi? İşkenceyi neyle yapmışlar? Eliyle saçını mı çekmiş, ne yapmış? Falakaya yatırmış, elektrik vermiş. Ee, bu biraz âlet edevat ister, kim bu âlet edevatın sahibi? Köşedeki bakkaldan ödünç mü alıyor falakayı? Mahallelinin elektrikçi ustasını çağırıp, “Şuna iki buçuk liralık cereyan ver” mi diyor? Hayır, âlet edevat da devletin. Peki, kim yapıyor? Sokaktan geçen adamları çevirip “Sevabına şunun tabanına birkaç değnek vur” mu diyorlar? Hayır, kendileri vuruyor. “Kendileri” kim oluyor? Devlet memuru!

Peki, bunun münferit değil de “sistematik” olması için ne lâzım?

Vurulan bir kızılcık sopası ya da çevrilen bir manyeto varsa, bunun ucunda vuran ya da çeviren bir “fert” vardır. Bu işleri, bu son aşamada, “fertler” yapar. Ama “fertler” yaptı diye, o iş “münferit” olmaz.

Miting yapıyor birileri. Sıfatı “İçişleri Bakanı” olan biri de orada bulunuyor, bulunmaktan öte, orada konuşuyor. O kişi konuşurken “Hepiniz piçsiniz” demiyor ; “Bugün Taksim yarın Erivan ; Bir gece ansızın gelebiliriz” de demiyor ; “Bozkurtlar burada! Hrantlar nerde!” de demiyor. İçinden deyip demediğini bilmiyorum, ama kürsüde bunları demiyor. Dedikleri, bunun yumuşatılmış benzerleri. Yani bunlardan çok farklı şeyler de söylemiyor, sonuçta. Sözkonusu ortamda, o adamı herhangi birinin yadırgaması için herhangi bir neden yok. Gayet iyi yakışıyor.

Ama bütün bu laflar “münferit”miş. Eh, o zaman Bakan’ın orada bulunması da “münferit” ; aklına esmiş, gitmiş. Yani o linç eşinmeleri içinde coşan güruha, “Yaşayın, aslanlarım, biz de sizin arkanızdayız, korkmayın biz varız” demek için, bunu hükümet adına demek için gitmemiş oraya. Onun orada olması çok normal. Bu İdris Şahin gibilerin aslında örneğin Madımak önü gibi yerlerde de bakan olarak bulunmaları gerekir de, bazen başka işleri çıktığı için bulunamazlar, öyle mi?

Neyse ki bu “münferit” pankartlar, Başbakan’ın Hocalı’da katledilen 618 Türk için acı duymasına engel olmuyormuş. Olmasın da.

Yalnız bu topraklarda öldürülen Ermeni sayısının 618.000’den az olduğunun hiç sanmıyorum (buna “bire bin” derler): daha fazla olduğunu bizzat Talat Paşa’nın defteri söylüyor. Hocalı için Başbakan’la acı paylaşan o kalabalık öldürülen o Ermeniler için de, öldürülemeyip bugünlere kalan soyları hakkında da bir şeyler bağırıyorlar, o meydanlarda, Başbakan’ın “İçişleri Bakanı” yaptığı o zatın önünde.

Başbakan Dersim için devleti adına özür diliyor. Ama “Ermeni” denince ağzı dili kilitleniyor. O pankartlara “münferit” demek için açıyor ağzını. Yani o mitinge sahip çıkmak için.

Bu, Başbakan’ın kişisel tavrı mı, daha genel bir eğilimin yansıması mı? Başbakan bu tavırları birilerini kendi yanına çelmek için mi yapıyor (onları yanına alma isteği başlı başına bir felâket zaten), yoksa zaten yanında olanların bir kısmını kaçırmamak için mi?