Mısır’da halk devrimi üç haftadır otuz iki yıllık diktatörlüğün yıkılmaz sanılan duvarlarını dövüyor. Hüsnü Mübarek gidecek bu artık belli. Nasıl bir demokrasi kuracaklar bu onların halledeceği bir mesele. Fakat eğer bir çırpıda bizden daha ileri bir demokrasiye sıçrarlarsa hiç şaşmam, o nedenle zaten “Halk Devrimi” dedim. Bundan ne anladığımı açarım sonra.

Başarırlarsa nasıl bir anayasa yapacaklarını çok merak ediyorum. “Devrimin lideri yok” diye burun kıvıran bizim burnu aklından büyük “keskin devrimcilerimiz” bir düşünsünler: Herhalde Mısır halkının yapacağı anayasanın giriş kapısı önünde secde etmeden geçemeyeceğiniz bir kişi putu olmayacak. “Atatürk’ün ilke ve inkılâplarına bağlılık” gibi bir şey yazmayacak orada. Halkın kendi imzası olacak.

Bu kesin.

Biz bugün, seksen yıllık otoriter laikçi ve militer Kemalist vesayet rejimini, yapısökümüne uğratarak, diş söker gibi, parça parça söküp sivil demokratik bir cumhuriyete dönüştürmek için mücadele veriyoruz. Bu nedenle bizde son on yıldır olana “devrimsi değişim” diyorum.

Hangimizin işi daha kolay bilmiyorum. Mısır halkının mı bizim mi?

Parlamenter demokrasiye yani temsili demokrasiye bir solcu olarak “yetmez ama evet” diyorum. Bu demokrasi ne denli iğreti durursa dursun bir gramını bile ölesiye savunmak gerektiğini de iyi biliyorum. Fakat seksen yıl demokrasi diye kafamıza yerleştirdiğimiz sembolün gerçekte demokrasi olmadığını anlama ve onu değiştirmenin yani zihniyette demokrat olmanın zorluğundan söz ediyorum. Tıpkı ezberletilmiş yanlış tarih gibi yanlış demokrasiden söz ediyorum.

Sağcısından solcusuna, inananından inanmayanına kadar içe sinmiş, devletin ve toplumun hücrelerine kadar sızarak yapısal bir hâl almış olan yanlış demokrasiden, bir zamanların kavramı olan değil-kapitalizm yani non-kapitalizm benzetmesiyle söylersem “değil- demokrasiden” söz ediyorum.

Yani bir ucubeden.

Bir ülkede demokrasinin taşıyıcısı ve güvencesinin “asker sınıfı” olduğunu ezberleyerek gelmiş askeriyle siviliyle, dindarıyla dinsizi ile, sağcısıyla solcusuyla, ilericisiyle muhafazakârıyla, iktidarıyla muhalefetiyle Kemalizm’in rahle-i tedrisinden geçmiş bir kuşağız biz. Asker kültü, kişi kültü, devlet kültü, laiklik kültü, Batıcılık kültü bizim zihniyet dünyamızı ve siyaseti yapılandırdı. Her on yılda bir kısa devre yapan “halk adına halksız” demokrasiyi demokrasi diye belledik.

İşte yukarıda söylediklerimi tek bir örnekle doğrulayan, halksız demokrasi zihniyetinin bir prototipi olarak, mesleği gençlere “hukuk öğretmek” olan anayasa hukukçusu Prof. Süheyl Batum çıktı karşımıza. Şimdi de siyaset öğretmeye ve yapmaya kolları sıvamış durumda. Siyasete müdahale etmediği için askere “kâğıttan kaplan” dedi.

Muhteşem oldu çıkışı.

Fakat biliyor musunuz, benim ilgimi çeken Batum hiç değil. Muhteşem olan ona gösterilen tepkilerdir. Bu tepkiler olmasaydı, Batum’u köşeme sokmazdım bile. Hatta ona teşekkür etmeliyiz. Bizdeki militer toplum zihniyetini ve ideolojisini böylesine yalın ortaya koyduğu için...

Süheyl Batum’un sözlerine siyasilerin gösterdiği tepkiler linçe dönüştü. Neredeyse Batum’u savunacağım. Üstelik ortada öylesine bir ikiyüzlülük var ki insan neresinden tutacağını şaşırıyor. Bu ülkede sanki siyasileriyle, yüksek yargısıyla, üniversiteleriyle, medyasıyla sözünü söylerken yan gözle askere bakan, asker ne der diyenler yokmuş gibi. Yel yepelek Genelkurmay’ın brifinglerine koşanlar, andıçlananlar onlar değilmiş gibi. Şemdinli’de yargıya müdahale edenler, Savcı Sarıkaya’yı anasından doğduğuna pişman edenler sanki uzaydan gelmiş gibi... Bunları yapanlar şimdi Batum’u linçe kalkıyorlar.

İkiyüzlülüktür bu.

AKP’siyle, CHP’siyle, MHP’siyle Meclis’te elbirliği Sayıştay Kanunu’nu çıkarırken askeri daha yeni kollamadınız mı? Askerin harcamalarının halktan gizlendiği bir demokrasi sivil demokrasi midir ki Batum’un askerlere “niye müdahale etmediniz” demesine demokrasi adına tepki veriyorsunuz? Bu ülkede “AKP gitsin de isterse asker gelsin” diyenlerin hiç de marjinal olmadığını bilmiyor muyuz? Şimdi onlar da Batum’un linç edilmesini seyrediyorlar.

Son yıllarda fırsatını bulamamışlardı, Batum bu fırsatı yaratmış oldu. Herkes ona saldırma adına asker güzellemeleri yaptı. Militer zihniyetin şaheser örneğini ise, Deniz Baykal’ın söylediği bir sözü aktararak Kılıçdaroğlu verdi. “Orduyu eleştirmek ancak CHP Genel Başkanı katında olur.” Vay canına, duymamıştım Baykal’ın bu sözünü. Belki de parti içinde söylenmiştir. Dilim tutuldu.

Başbakan da geri kalmadı, konuşmasında savcılara suç duyurusunda bulundu. Katılmasanız da Batum nihayetinde askere eleştiri gönderdi, askeri eleştirmek normal bir demokraside suç mudur? Ama dedim ya bizdeki “değil-demokrasi” diye, bizde suç oluyor. Bütün bunlar karşısında aklım tutuldu. Neresinden tutayım şaşırdım.

Tut kelin perçeminden demiş atalarımız...

Model ülke diye bize bakan, ey ayaklanmış Arap halkları, acaba sizin işiniz mi zor bizimki mi?

Ben bilemedim...