Kılıçdaroğlu’nun; “Kürt sorununu HDP ile çözebiliriz” açıklaması üzerine bir önceki HDP eş genel başkanı Sezai Temelli’nin “Kürt sorununun çözümünün yegane muhatabı HDP değil ama bu sorunun çözümü adına bugün demokratik siyaseti var eden ve kolaylaştıran başlıca aktör HDP’dir. Ama asla unutulmaması gereken şey demokratik çözümün adresi ve asıl muhatabı İmralı’dır” ayazması üzerine tartışmalar devam ediyor.

Temelli’nin Kürt sorunun çözümünde yegane muhatabın HDP olmadığını açıklaması elbette anlaşılır bir durumdur, daha da ötesi demokratik çözümün adresi olarak İmralı, yani sayın Öcalan’ı da işaret etmesi elbette olması gereken bir açıklamadır. Kürt sorunu HDP ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından kapatılan diğer partiler ile aynı yaşta değildir. Kürt sorunu son kırk yılın sorunu da değildir elbette. Kürt sorununun kaynağı Türkiye Cumhuriyeti’nin ırkçı, tekçi/militer yapısından kaynaklı öncesi bir yana bir asırlık bir sorundur. Çözümü de bir partinin programı, hedefleri ile de mümkün değildir.

Bugün için çatışmalı sürecin barışa evrilmesi elbette çatışma tarafları arasında devam edecek müzakereler ile mümkündür. Ancak HDP, özellikle de 7 Haziran 2015 tarihinde elde ettiği muazzam zaferini halkların şölenine dönüştürdükten sonra Cumhuriyet’in kurucu mayası olan Teşkilat-ı Mahsusa esaslarına dayalı ‘Türklük Sözleşmesi’ne bağlı olanlar Yenikapı’da bir kez daha 7 Ağustos 2016 tarihinde bir araya geldiklerinde davet edilmeyen tek parti idi. O tarihten bu yana askeri darbeyi bile aratırcasına tank paletleri ile HDP’nin üzerinden geçtiler, başta Figen Yüksekdağ, Demirtaş, Kışanak, Sebahat Tuncel, Aysel Tuğluk ve daha niceleri olmak üzere binlerce HDP’li cezaevlerinde tutsak!

Bütün bu baskılara rağmen - ki zaman zaman benim de ‘neden bu meclisi terk etmiyorlar’ dediğim de olmuştur - direndiler, direnmeye devam ediyorlar. Şimdi Cumhuriyet ikinci yüzyılına evrilirken yoğun hesaplar yapılıyor. “Milli ve Yerli” müslüman, mufazakar/ırkçı siyaset halklar, kadınlar, emekçiler nezdinde iflas etmiştir, bunların kitlelere sunacakları bir yaşam tahayyülü kalmadı. Ancak ve ancak kitabına uydurdukları cinayet, katliam, işkence, hırsızlıkların hesabını nasıl vereceklerini düşünebilirler.

Bütün bunların içinde eşitlikçi, özgürlükçü bir denklerimin çıkması için HDP yoğun bir çalışma içinde oldu. Yeni ve başka bir ihtimalin olduğunu hem programında hem de pratik siyasetinde ifade ediyor. Türkiye’yi 2. bir asra taşıyacak kolonların Teşkilat-ı Mahsusa esaslarına dayalı ‘Türklük Sözleşmesi’ yerine halkların, inançların, emeğin, kadınların, gençlerin bir arada eşit ve özgürce yaşayacağı bir toplumsal barış sözleşmesi ile yoluna devam etmek istiyor. Bunu yaparken dikkatli bir dil ve siyaset gereklidir.

31 Mart yerel seçimlerinde Demirtaş; "Gerekirse bağrınıza taş basın, mutlaka sandığa gidip 'Faşizme hayır' anlamına gelecek oyunuzu kullanın” dediğinde Türkiye’nin bu seçim sonuçları ile özgür bir yarına uyanmayacağını elbette biliyordu. Ancak barış her zaman savaşmaktan çok daha ağır bedeller ve de mücadele yöntemleri ile mümkün olmuştur. Barış hiçbir zaman verili ırkçı/militer sistemlerin derdi olmamıştır, onlar çatışma ve savaşlardan beslenirler. Barış ise ancak halkların ve kadınların yoğun bir mücadelesi ile mümkün olur. Dünyanın her yerinde bu böyle oldu. Evet asırlık bir savaşın muhatapları bellidir, onları yadsımak ile çözüm ve barış mümkün değildir, HDP de devrim programına sahip bir parti değil, verili sistem/denklem üzerinden siyaset yapıyor.

Bunun için evet; “HDP Kürt sorunun çözümünde muhataptır!” diyebilmek lazım. Bunu dediğinde Kürt sorununu çözmüş olmuyorsun, Kürt sorunun çözümündeki gerçek muhatapları da yadsımış olmuyorsun, ama bir kitle partisi olarak halklara barış yolunda ne kadar dirençli ve ciddi olduğunu göstermiş oluyorsun.