Ankaralılar bilir:             “Esat”, şehrin popüler semtlerinden biridir.
Üstelik altlı üstlü oturan, bir küçüğü, bir büyüğü vardır:
“Küçükesat” ve “Büyükesat”...
Hafız Esad’ın oğlu Beşar Esad’la dalaştığımız şu günlerde bu isimlerin kökenini merak ettim. Semt isimleri uzmanı hocamız Prof. Önder Şenyapılı’ya sordum.
“Ben de araştırdım, bulamadım” dedi.
Önder Hoca’ya göre “küçük-büyük” ayrımı, şimdi mazide kalan Esat bağlarının paylaşımıyla da ortaya çıkmış olabilir; bağı paylaşan “Esat” adlı bir ailenin iki oğlunun adı da olabilir.
Neyse, konumuz başka...
* * *
Önce Gazeteciler.com sitesinde, sonra da dünkü Taraf’ta Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’dan röportaj isteyip davet kabul edilen gazetecilerin, son anda görüşmeden vazgeçtiği haberi yer aldı.
Dünyanın gözünü diktiği liderle buluşma şansı niye tepilir?
“Tam ilişkilerin gerildiği dönemde hasmın propagandasına alet olmamak için” mi?
Şayet medya yöneticileri, “Biz bu ortamda izleyicimize/okurumuza böyle bir röportajı sunmak istemeyiz” dediyse -tartışılır olmakla birlikte- bu bir izahattır.
Her yayın kuruluşu bu tür bir röportaja tavır alabilir; hatta ortak tavır almış olmaları da mümkündür.
Ama öyleyse neden randevu istendi ki?
* * *
Bence okurun/izleyicinin, bu kadar tek yanlı doldurulduğu bir atmosferde “karşı taraf”ın ne düşündüğünü bilmeye, bir de onu dinlemeye hakkı var.
Daha da ötesi, medyanın bunu sunma sorumluluğu var.
Elbette her lider propaganda satmak ister; Erdoğan satmıyor mu?
Gazetecilik, buna alet olmama becerisidir biraz da...
Körfez krizi sırasında Derya Sazak’ın Bülent Ecevit’le birlikte yaptığı Saddam röportajını hatırlayalım; bir gazetecilik başarısı olarak görülmüş, ödüllendirmişti.
O yüzden bence Esad röportajı da kaçılmış bir fırsattır.
Bu, işin profesyonel yanı...
Ama burada “milli refleksler, mesleki refleksleri köreltiyor mu”yu sorgulamayacağım. Çünkü beteri var:
Habere göre, “Başbakan’a yakın bir isim”, Şam’la ilişkilerin böyle gergin olduğu bir dönemde Esad’a propaganda imkânı tanımanın Türkiye’nin yararına olmayacağına hükmetmiş ve bu “mesaj” üzerine gazeteciler gitmekten vazgeçmiş.
Duymaza yatamayacağımız bir iddia bu...
Çünkü eğer öyleyse, yani röportaj medya yönetimlerinin iradesiyle değil de hükümetten gelen “mesaj“la durdurulmuşsa, vahim bir müdahaleyle karşı karşıyayız demektir.
Gazetecilerin kiminle görüşüp görüşmeyeceğine iktidar karar veriyorsa ve daha kötüsü- bu müdahale neredeyse doğal karşılanıyorsa, basın özgürlüğünden söz edebilir miyiz?
* * *
Türkiye, Şark’ın babadan oğla devrolan diktatörlüklerinden, düşe kalka ayakta duran demokrasisiyle farklılaşıyor.
Ve bu niteliğiyle Suriye’ye ve bölgeye, demokrasi ve özgürlük götürme iddiası taşıyor. Onlara “ağabeylik” taslıyor.
Ancak karşıdan gelecek bir demece bile katlanamayıp dolaylı sansür uygulayacaksa, Erdoğan haberlerini veremeyen “Esat basını”nı bize dayatacaksa, yani “hasmıyla” aynı kafadaysa, bu savaşın ne anlamı var ki?
“Küçük Esat”ın üst katına, bir “Büyük Esat” koymaktan başka...