Savaşın ve sınırların, bunların ikisinin yarattığı insanlık dışı vahşetin nasıl bir şey olduğunu yerinde görmek, bu vahşete karşı verilen direnişin bir parçası olmak hiç de uzak değil kimseye. Biraz ötemizde, günün her saati korkunç bir insanlık trajedisi yaşanıyor. Bir yandan ‘İslam Devleti’ adına yola çıktığını söyleyen ve yaptığı katliamlar ile korkunç bir insanlık trajedisi yaratan IŞİD canileri, diğer yandan ise yaşanan bu savaşın suçlularından biri olan Türkiye/AKP iktidarının “sınırlar”da yarattığı korkunç tablo. Televizyon ekranlarında, haber sitelerinde, sosyal medya üzerindeki paylaşımlardan nelerin yaşandığı kısmen de olsa biliniyor. Ancak içinde olmak; top sesleri, asker kurşunları, tel örgüler, mayın tarlaları, tarla ortasında çocuklar ve kadınları görmek başka…

İstanbul’da 24 Eylül tarihinde 23 otobüs ile yola çıktık. DBP (Demokratik Bölgeler Partisi), HDP (Halkların Demokratik Partisi) ve bileşenleri, çeşitli sosyalist grup ve örgütler ile DAF (Devrimci Anarşist Faaliyet) vardı gidenler arasında.

Hedeflenen 35 otobüs insanın İstanbul’dan çıkması idi. Ancak 24 Eylül sabahı İstanbul Valiliği kararı ile hemen hemen bütün DBP ve HDP ilçe örgütlerinin önü polisler tarafından tutuldu. Çeşitli baskı ve yıldırma yaklaşımları ile kimi otobüs şoförleri gelmekten vazgeçtiler. Bir yolunu bulanlar ise bir şekilde kararlılıklarından vazgeçmeyerek başka alternatifler ile İzmit’de tekrardan bir araya geldi ve 23 otobüs buradan hareket etti.

25 Eylül öğle gibi Suruç’a girmeden bir kez daha kalabalık bir çevik kuvvet grubu önümüzü kesti, arama taramalardan sonra onları da aştıktan sonra ilçeye girdik. Alkışlar, tezahüratlar, sloganlar içinde kente girerken ilk göze çarpan parklardaki kalabalıklar oldu. Yüzlerce çocuk, kadın parkların içinde. Üzerlerine oturdukları kilimler üzerinden bize bakıyorlardı, kimileri de sloganlara eşlik ediyordu. Sokaklar, parklar insan kalabalığı ile dolu. Büyük çoğunluk ise IŞİD zulmünden gelen insanlardan oluşuyor. Kalabalık içinde ilk konaklama yerimize, Suruç’a bağlı bir köye geçiyoruz.

Araziye konumlanmamız isteniyor. YPG/YPJ Kobani’yi işgal etmek isteyen IŞİD ile mücadeleyi özellikle Doğu ve Güney cephelerinde sürdürürken Kuzey cephesinin de insan zinciri ile tutulmasını istiyor, bu şekilde IŞİD’e Türkiye/AKP’den gelecek yardımların önünün kesilmesini umuyordu. Arazide bizden başka insanları görüyoruz. Tarlaların içinde öbek öbek küçük insan toplulukları, daha yakından görmek istiyorum, tarlanın ortasında açılmış kilim gibi bir şeylerin üzerinde çocuklar, kadınlar, etrafta erkekler…

IŞİD ve AKP ittifakını fiili olarak boşa çıkarmak için araziye konumlandık. İlk gece yüzlerce metre alanı insan zinciri ile tuttuk. İki yüz metre ilerimizde çatışma sesleri geliyordu. Ara ara top atışlarının bıraktığı dumanların yükselişini izliyoruz uzaktan. Güne girerken çatışma sesleri de artmaya başladı. Az ötemizde bir savaş devam ediyor. Önümüzde ise devletlerin “sınır” dedikleri tel örgüler, mayın tarlaları duruyor. Sınırların ne korkunç bir ironi olduğunu bütün çıplaklığı ile yaşıyoruz. Az ötende elindeki top, tank gibi büyük savaş malzemeleri ile saldıran bir cani ordusu, diğer yandan insanlık için buna karşı direnen gerilla birlikleri, halk milisleri…

İstanbul’dan gelen gruplar toplantılar ile durum değerlendirmesi yaptıklarından bir saat kadar sonra gelen bir haber ile alan hareketlendi. Bir anda ne olduğunu anlamaya çalışırken, diğer yandan toplanma için herkes bir koşuşturma içinde. Gelen haber özellikle iki cephe de yoğun çatışmaların olduğu, bizden bu kez sınır kapılarına yığınak yapmamızın istendiği yönünde. Hemen kısa bir zaman içinde bütün otobüsler, diğer başka araçlar ile Mürşitpınar sınır kapısına harekete geçiyoruz. Onlarca araç araziler içinde toprak yolda büyük bir araç zinciri ile yol almaya başladı. Bir yandan yol alırken diğer yandan heyecanla nelerin olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Bilgiler kısa kısa geliyor, “sınır kapıları”na yığınak yapacağız…

Bir alanda bütün araçlar durdu, hepimiz araçlardan inip yürümeye başladık. Oturma eylemi yapacağımız alana yürüdüğümüzü düşünüyorduk ki, bir an “arkadaşlar hızlı” komutları ile başka bir şeyin olduğunu anladık. Bir anda kendimizi tel örgülerin önünde bulduk. Az ötede tel örgülerin yanında ikiz askeri akrep var, gençlerden biri elindeki bayrak ile akrebe tırmandı. Adeta engel aşıldı dercesine sallıyordu bayrağı, binlerce insan tel örgütleri yararak yürümeye devam ettik. Az ötemiz mayınlı arazi, “arkadaşlar yolu geniş kullanmayın, arazi mayınlı” duyuruları eşliğinde binlerce insan bu engeli de aştık. İstanbul’da yola çıktığımızda her ne kadar ‘Yolumuz Kobani’ye’ diyor olsam da aslında böyle bir şeyin gerçekleşebileceğini pek de düşünmüyordum. Hayatın sürprizleri bir kez daha kendisini gösterdi.

Binlerce insan, bayraklar, flamalar, sloganlar eşliğinde Rojava’nın Kobani kentine girdik. “Biji Bexwedana Kobani” sloganlarını binlerce insandan birden duymak muazzam bir duygu yaşatıyordu. “Sınırların” anlamsızlığını, yapaylığını, getirdiği kayıp ve acıları iki gün yaşadıklarımız bir kez daha göstermişti. Bu coğrafyada sınır denen şey zulüm, acı, katliam, parçalanmış hayatlar oldu her zaman. Burada yaşayan bütün insanlar bunu çok iyi biliyordu zaten. Bizler de uzaktan uzaktan bunların anlamsızlığı üzerinden çok söz etmiş olsak da gelip bir parçası olmak bambaşka bir şey. Evet, bütün sınırlara hayır! Bunu bir kez daha haykırmak ve yıkmak sınırları… Mayınlı tarlalarından geçmek, ellerimizde bayraklar, flamalar, dillerimizde sloganlar ve devrim marşları…

Bir devrim yürüyüşü Kobani’de yürümek!

Yarın devam edecek…