Kobané Ortadoğu tarihinde hepimize bambaşka bir şey söyledi, bu sözünü 19 Temmuz 2012 tarihinde söyledi, daha sonra bu söz büyüdü Rojava Kadın Devrimi olarak tamamlandı. Neydi bu söz? Bu söz(1) Ortadoğu coğrafyasında, militarizmin her alana hakim olduğu bir yerde başka bir düşünme halinin, başka bir politikanın, başka bir hayatın mümkün olduğunu gösterme haliydi. ‘Tek’lik üzerinde ulus sınırlar çizilirken korkunç katliamların, soykırımların yaşandığı bir coğrafyada bütün etnik aidiyetleri, inançları, cinsiyet kimliklerini ve yönelimleri gören bir söz ve bunun hayat bulacağı bir yaşamdı.

Erkek egemen militer sistemlerin hayat bulduğu bir coğrafyada kadın özgürlükçü bir perspektif ile bambaşka bir hayatın inşasına dönük bir adımdı 19 Temmuz 2012 tarihinde yaşanan. Kobané ile başlayan süreç Cizire ve Arfin ile tamamlandı. Cizre, Kobané ve Afrin olmak üzere üç kantondan oluşan Rojava özerkliğini 21.01.2014 tarihinde ilan etti. İlk önce 7-8 Ocak 2014 tarihlerinde Suriye 'nin Amude şehrinde bir araya gelen Yasama Meclisi, "Toplumsal Sözleşme" adı altında bir anayasa hazırladı. Anayasaya göre yönetim modeli şu dört ayak üzerine oturtuldu: Kanton sistemi, Yasama Meclisi, Yönetim, Adalet ve Yüksek Seçim Kurulu. Kürt, Arap, Asurî-Süryani, Çeçen ve Ermenilerin temsilcisi olarak açıklanan özerk yönetimin Yasama Meclisi, Rojava'yı, merkezi olmayan sisteme dayalı kurulacak gelecekteki Suriye'nin bir parçası olarak değerlendiriyordu.

Rojava’da devletin nesnel olarak varlık zemininin ortadan kalkması başlı başına önemli bir gelişme olarak dikkat çekiyor. İlk etapta oluşturulan asayiş örgütlenmeleri kendi içinde bir değişim yaşayarak kendilerini işlevsiz kılarak özsavunma birimlerine dönüşüyor. Özellikle halk komiteleri ve alternatif örgütlenmelerle hayatın her alanı örgütleniyor. Farklı komünal örgütlenmeler, ekonomik yaşamın kooperatifler şeklinde örgütlenmesi, toprak dağıtımı ve toprağın işlenmesinde komünal adımlar ve kadının toplumsal yaşamda hızlı, etkili ve patriarkayı, feodal kıskacı ve toplumsal cinsiyet rollerini parçalayan hamleleri, Rojava’nın devrim içinde bir devrim olarak kadın devrimi biçiminde gelişmesi tarihsel önem taşıyor.

Cizîrê Kantonu Eğitim Bakan yardımcısı ve TEV-DEM Koordinasyonu Üyesi Hisên Şawîş 15 Kasım kendisi ile yapılan bir röportajda; “İnsanı ve toplumu iktidar aklından uzak tutacak anlayış, komünlerle mümkün olmaktadır. Demokratik ulus ve demokratik özerklikten bahsettiğimiz zaman doğal topluma dönüp meseleye oradan bakmak gerekir. Doğal toplum demokratik ve kominal değerleri bünyesinde en saf, temiz haliyle barındırırken günümüzün de sorunlarına en gerçekçi çözüm yollarından biri olmaktadır. Ancak ne zaman ki, toplumun güçlü kominal yapısı bir tehlike olarak görüldü, o zaman toplumsal akla saldırılar başladı. Doğal topluma saldırı ve kominal değerlerin gaspı iktidar ve devletin başlangıcına tekabül etmektedir. İktidar ve devletin özü de, siyaseti de toplumu doğal değerlerinden çıkarmaktır”, ifadeleri ile nasıl hayat kurmak istediklerine işaret ediyordu.

Bu inşa korkuttu erkek egemen/militer sistemleri. Onun içindir ki boğmak istediler. BM, Türkiye ve de diğer uluslararası güçler 20 Eylül tarihinde Kobané’nin düşmesi üzerine planlar yaptılar, ama beklemedikleri bir şey oldu, tıpkı bilim kadını Nazan Üstündağ’ın ifade ettiği gibi şairane bir direniş ortaya çıktı; “Kobanê birden fazla şekilde Ortadoğu tarihinde bir milad olmaya aday. Herkesin düşmesini beklediği kent şairane bir direniş gösterdi. Bu şairane direnişin en önemli açıklaması Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik modernite paradigmasının dayalı olduğu özsavunma. Ne yazık ki meclislerle karşılaştırıldığında özsavunma yeterince dikkat çekmiyor. Oysa bana kalırsa 4 parçada da öncelikli mesele özsavunma ve özsavunma aracılığıyla özneleşme ve anti-militaristleşmedir.”

Nazan Üstündağ’ın sözünü ettiği ‘özsavunma ve özsavunma aracılığıyla özneleşme ve anti-militaristleşme” üzerinde durmak ve tartışmak gerekiyor. Türkiye’den doğru uzun yıllardır vicdani retçiler, anti-militarsitler olarak zaman zaman benzer tartışmalar içinde oluruz. Bu tartışmalarda iki temel hat üzerinde gider; birincisi: anti-militarist mücadele şiddetin her türlüsüne karşıdır, meşru savunma ya da öz savunma adına ne denirse densin şiddet tekrar şiddet üreteceğinden şiddetin her türlüsüne karşı olmak, başvurmamak gerekiyor. İkinci sav ise: temelde militarizme, yani örgütlü şiddete karşı olmak lazım, bastırma, yok etme, şiddet tekeli ile terbiye etme hallerine karşı insanın kendisini savunma imkanı olmalıdır, bütün bu örgütlü şiddete karşı çeşitli şiddet biçimleri ile öz savunmasını gerçekleştirmek yasal değil ama meşrudur.

Ben de bu meşruiyet üzerinden yürünmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Bu bağlam üzerinden Kobané direnişinin 1936 Barcelona Savunması karakteri taşıdığını ifade etmek yanlış olmayacaktır. Franko faşizmine karşı Barcelona özelinde verilen direniş insanlık için bir direnişti. Bir tarafta İtalya ve Almanya faşist devletlerinin bütün desteği ile saldıran Franko faşizmi diğer yandan ise bu faşist saldırı karşısındaki uluslarası devrimci/anarşist dayanışma ile süren bir direniş hareketi insanlık için ne anlam ifade ediyorsa bugün DAİŞ çetelerine karşı YPG/YPJ şahsında somutlaşan direniş de insanlık için aynı anlama gelmektedir. Burada öz savunmayı esas alan bir direniş var. Silahı ve şiddeti kutsayan/kurumsallaştıran değil, sadece baskıyı bertaraf etmek için araç olarak kullanan bir insan gücü var. Bu güç içinde ciddi bir kadın gücü var.

Kadınlar Kobané/Rojava devrimi ile başlattıkları kazanımlarını korumak için bugün direnişin her aşamasında yer almaktadırlar. Bu direnişe destek vermek için 78 gündür “sınır”ların bu yanında da muazzam bir direniş devam ediyor. Çeşitli halklardan ve de inançlardan insanlar Kobané özgülünde özgür yaşam hayallerini sürdürmek ve yaşanan direnişe destek vermek için aylardır eylem, etkinlik, kampanya vs biçimlerde bu direnişin bir parçasıdır. Bu direnişin daha da kapsamlı olması gerekiyor. Dünyanın birçok yerinde şimdi muhalif, sosyalist, anarşist ve de anti-militarist yapılarda bu direnişi yakından izliyor bir şekilde parçası olmaya çalışıyor. Bu istem ve taleplerin daha da büyümesi gerekiyor. Savaşların, çatışmaların, “sınırlar”ın orta yerinde gelişen bu özgürlük alanını savunmak ve de büyütmek 1936 Barcelona’sına sahip olmak gibidir. Dün Barcelona bugün Kobané…