Hrant Dink’i izliyorum, Bülent Arınlı’nın video kaydından. Tuzla’da bir kampı geziyor adım adım. İstanbul yakınlarındaki, yetim Ermeni çocukların barındırıldığı Tuzla kampını; Kamp Armen’i adımlıyor Hrant Dink. Çocukluğunu geziyor, sabırsızlıkla, özlemle, kırılmışlıkla, haklılığın kazandırdığı dimdik öfkeyle. Çocukluğunu geziyor, şu yapıları yedi yaşındaki çocuklar olarak yükselttik, mimarların eseri değil, çocukların eseri. Çocukların emekleri, yetişkinlerin emeğinden daha değerlidir, diyor. Havuzun başına geliyor, o çocukluk günlerine gidiyor hüzünlü gözleri. Acıları damıttığı mahzun güzel gözleri sulara dalıyor. En çok da bu havuzun çevresinde mutlu zamanlarımız yaşanırdı, diyor.

Köy Enstitüleri de benzer yapıda ve işlevdeydiler. Çocuklar tarafından yapılıyordu binalar. Bahçesi çocuklar tarafından ağaçlandırılıyor, tarlaları çocuklar tarafından işleniyordu. Çocuklar, Köy Enstitüleri’nde hem okuyor hem de tam bir çiftçi gibi uygulamalı olarak üretiyorlardı. Buradaki çocukların tümü, öksüz ya da yetim değildi. Ermeni de değildiler; ama düzeni sorgulayan, düşünce üreten öğretmenler olarak Anadolu’ya gideceklerdi. Bu da, sömürüsünü yürütmek isteyen düzenin yetkililerinin işine gelmiyordu.

Aynı güç, Köy Enstitüleri’ni, tekerine taş koyduğu için kapatan güç, Tuzla’daki yetim Ermeni çocukların barındırıldığı Kamp Armen’i kapatıyor. İslami cemaatlerden birinin yetimhanesi olsaydı, maddi ve manevi tüm desteklerini verirlerdi. İşin en katlanılmaz, en kabullenilmez yanı da bedel ödenmeksizin, mülkün gasp edilmesidir. Ermeni Vakfı, o mülkü, parayla satın almış, tapulamış. Siz tutuyorsunuz, ben bu mülkü Ermeni Vakfı’ndan alıyorum, ilk sahibine veriyorum, diyorsunuz. Para ödeseniz dahi, mülk sahibinin rızası olmaksızın yapamazsınız. Kaldı ki parası ödenerek, tapusu alınmış vakıf arazisini, bedelini ödemeksizin vakfın elinden alarak, ilk sahibini şaşırtıyorsunuz. Sattığı mülkün, yeniden bedelsiz olarak kendisine hediye edilmesine şaşırmasın da ne yapsın, mülkün ilk sahibi. Hrant Dink’in deyişiyle: “Gökten bir arsa düştü eski sahibinin kucağına.”

Tuzla’daki öksüz yetim Ermeni çocukların barınağı olacak Kamp Armen, 1960’tan sonra Ermeni Vakfı’nca satın alınır. Yetişkinlerin yanı sıra daha çok çocukların küçücük elleriyle yapılır, binalar ve bahçeler. Gedikpaşa’dan Tuzla’ya gönderilen otuz yetim Ermeni çocuk, ilk işçileridir Kamp Armen’in. Kurucusu ve müdürü Hrant Küçükgüzelyan, 12 Eylül diktasının postalından, süngüsünden nasibini alır, sekiz buçuk ay hapsedilir. Hrant Küçükgüzelyan, hapisten çıkınca, canını Marsilya’ya atar. Türkiye’sinden, Kamp Armen’de yetiştirdiği yetim çocuklarından uzakta, Marsilya’da ölür.

 16 Ocak 1983’te Ermeni yetim çocukların “kırlangıçların” yuvaları, hiçbir bedel ödemeksizin ellerinden alınarak ilk sahibine, babalarının hayrına hediye edilir. Gerekçeye bakar mısınız, Kamp Armen’de Ermeni militan yetiştiriliyormuş. Tüm militanlar, Hrant Dink gibi insansever ve yurtseverse, can kurban böyle militana. Ama asıl sorun da burada ya, Hrant Dink gibi yurdunu, insanını seven, sömürenleri sorgulayan, düzenlerini sürdürmek isteyenlerin tekerine taş koyanların; adam gibi adamların yetişmesi. Asıl sorun bu, Köy Enstitüleri’nde olduğu gibi.

1954 doğumlu Hrant Dink, 1963’te Tuzla’daki Ermeni çocukların barındığı Kamp Armen’e gelir. 16 Ocak 1983 diktanın, yetim çocuklara sahip çıkıldığı, devleti masraftan kurtardığı için minnet duyması gerekirken yaptığına bakar mısınız? Parayla alınmış tapulu bir araziye el koyarak, başkasına hediye etmek. Pes! Yo, bu hafif kalır, ne diyelim? Ne diyorduk, Hrant Dink, bu yetimhaneden hiç kopamaz, çocuk kollarıyla, çocuk yüreğiyle yapımında çalıştığı yetimhanesinden uzaklaşamaz. Kendinden çok başkalarını düşünen, öteki çocukları hep koruyup kollayan kişiliği o zamandan fark ettirir Hrant’ı.

2003 yılında Bülent Arınlı’nın çektiği “Kırlangıcın Yuvası” adlı belgeselde Hrant Dink, gasp edilen Kamp Armen’i içi titreyerek dolaşırken şunları söylüyor: “Mesela çocukların yaptığı resimler çok değerlidir. Tuzla’daki Kamp Armen’de çocuklar, bir eser, bir cennet yaratmışlar. Mimari değeri yok, mimarlar yapmadı. Çocuklar yaptı.” Bunları söylerken Hrant’ın dudakları titriyor, o mahzun gözleri tüm dünyaya isyan ediyor. Azınlıklara karşı açılan bu acımasız savaşa isyanını şöyle sürdürüyor: “O yaratılan kuruluşun, bir devamlılığı olmuş olsaydı, bir işe yarasaydı, yine bu kadar gam yemeyecektim. Sonuçta, insanlık bir devamlılıktır. Bir insanın yarattığından, başka bir insan yararlanabilir. Hani yine öksüz yetim çocuklar veya yaşlılar yararlanabilseydi. Yok, bu da yok, öyle harabe olarak bıraktılar.” Bu da kasıtlı inadı gayet net bir şekilde açıklıyor. Biz, kırlangıçların yuvasını dağıtırız, mı diyorlar? Ayağınızı denk alın kırlangıçlar, bir daha bu ülkede yuva muva yapmaya kalkışmayın, yoksa dağıtırız, mı demeye getiriyorlar?

Hrant Dink anlatmayı sürdürüyor: “ 12 Eylül darbesinin ardından, Ermeni vakıf mülkiyeti olduğu gerekçesiyle çocukların elinden alınıyor Kamp Armen. Benim elimden aldılar, bunu yaptılar. Ben ölmedim, bu toplum ölmedi!” Ölmedi de neden hiç sesi çıkmıyor, uğruna canını verdiğin bu sevgili halkının Hrant? Özgürlüğe ve barışa tutkun derecesinde sevdiğin Türkiye halkının üzerine ölü toprağı mı attılar? Yoksa Türkiye halkının ses tellerini mi aldılar Hrant?

Anadolu halkının güzel inanışlarından biri, güvercinlere zarar verenlerin iflah olmayacağıdır. Halkın, bir diğer güzel inanışı da kırlangıç yuvasını bozanın, iflah olmayacağıdır. Allah korkusu olan, gerçek inançlı kişiler, güvercin ve kırlangıçlara asla zarar veremezler. Zarar verenlerin başlarına büyük felaketler geleceğine inanırlar.

Hrant Dink, barıştan yana Türkiye sevdalısı bir beyaz güvercindi, vurdular. Bahar dalını kırdılar. Tuzla’daki yetim Ermeni çocukların, “kırlangıçların” yuvası Kamp Armen’i dağıttılar. Orada öyle harabe, yıkık dökük bekliyor “kırlangıçların yuvası.” Bu haksızlıkları, bu zulmü, bu kıyımları yapanlar kul katında da Allah katında da lanetlenmeyecekler mi? Bunlardan hesap sorulmayacak mı?

Hrant, bu belgeselde yine konuşuyor: “Benim elimden alıyorlar, bunu yaptılar. Biz onu parayla satın almışken, bize bir kuruş para da iade etmediler. Ben ölmedim, bu toplum ölmedi. Hayatta verdiğim bir mücadele varsa, o da bu kampı geri almak. Ve kampı yeniden bir cennet mekâna çevirmektir.”

Tamam, düzenin koruduğu, kolladığı, sırtını sıvazlayıp aferin dediği tetikçileri anladık da. Hrant’ın güvendiği toplum nerede? Hrant’ın baş koyduğu Armen Kampı’nı geri alma mücadelesine neden sahip çıkılmıyor? Hrant’ı, tetikçiler öldürdü; şimdi bir de o çok sevdiği, güvendiği Türkiye halkı mı öldürecek? Mahzun bakışlı, barış güvercini Hrant’ın kırlangıçlarının yuvasını kurtarmak için parmağınız kıpırdamayacak mı? Kırlangıçların yuvasını dağıtanlar iflah olmazmış, duymuşsunuzdur. Güvercinlere kıyanlar da.

Bunları yazarken Garabet Orunöz’ün çektiği bir video kaydını izliyorum. Kamp Armen’de büyümüş ve hayata atılmış yetişkinler, hep birlikte o günleri anıyorlar. Hrant Dink, her zamanki acıyı bal eyleyen coşkusuyla, çocukluğunu anlatıyor. Kamp kurucusu Hrant Küçükgüzelyan’ın, çocuklara uyguladığı tuvalet eğitimini anlatıyor. Öylesine mutlu görünüyor ki Hrant Dink, o anda Kamp Armen’de, çocukluğunu yaşıyor, coşkuyla anlatıyor.

Garabet Orunöz’den, elektronik postayla bir mektup alıyorum. Malatyalı Garabet Orunöz de dört yaşındayken annesini kaybeden ve Tuzla’daki Ermeni çocukların barındığı Armen Kampı’nda barınan çocuklardan biridir. Hrant Dink, Garabet Orunöz’den beş altı yaş büyüktür ve ona ağabeylik etmektedir. Garabet Orunöz’ün, elektronik postayla bana gönderdiği harika mektubunu aynen aktarıyorum: Kırlangıcın yuvası darmadağındır. Hani yuvası yıkılan kırlangıcın da öfkelendiği olur ya!!! Çıkar, çıkabildiği kadar yükseklere, koyverir kendini yere; çakılırcasına, hızla. İşte o pikeler, kırlangıcın isyanıdır.

Sonra bir kenara sessizce çekilir kırlangıç. Altı ay olan ömrünün kalanını değerlendirir. Soyunun devamını sağlayacak yeni yavrularını, bu zalim dünyaya getireceği yuvasını inşa eder.

Bu ülkede kırlangıç değil de güvercin olsam, diyesim geliyor. En azından, kırlangıçtan daha uzundur ömrü, güvercinin. Tabi şehir canavarları, kırlangıçların yuvasını yıktığı gibi, güvercinleri de vuruyor ya.

Artık, güvercinlerin başı, üç yüz altmış derece dönüyor. İnsan kılığına girmiş canavarların olabileceğini de düşünüyor güvercinler. Bana dokunmazlar, demiyor artık hiçbir güvercin. Garabet Orunöz

Anadolu halkının güzel inanışlarından biri, güvercinlere kıymamak; bir diğeri de kırlangıçların yuvasını bozmamaktır. Barış güvercini Hrant Dink’e kurşun atan, o bahar dalını yerle bir eden hoyrat ellerin sahipleri, Anadolu insanı değil miydi? Öyleyse inançsız mıydılar?

Kırlangıçların, öksüz yetim kırlangıçların yuvasını bozan, Anadolu insanının seçtiği yönetim değil miydi? 12 Eylül diktasını, Anadolu halkı seçmemişti, tamam. Ya sonraki yönetimler, hâlâ mı diktanın postalı ve süngünün korkusuyla siniyoruz? Hrant Dink’in haklı bir isteği vardı. Hayattaki tek mücadelesinin, Kamp Armen’i, gerçek sahipleri olan, öksüz yetim Ermeni çocuklarına geri kazandırmak olduğunu söylerdi. Daha ben ölmedim, dedi öldürdüler. Daha bu toplum ölmedi, dedi. Bu toplum ölmediyse?

Hiç değilse, kıyılmaması gerekirken kıyılan güvercinin ruhu, huzur bulsun. Kırlangıcın, yüzyılların hüznünü damıtmış o mahzun güzel gözleri, artık hüzünlü bakmasın. Kırlangıçların yuvası kurtarılmadıkça, Hrant’ın, o insanın içini acıtan bakışları, hep gözlerinizin önünde olacak. O bakışlar sizi hep sorgulayacak.

Hrant; sakin, inançlı, yürekli, kararlı sürdürüyor konuşmasını: “Dünkü haksızlık, dünde kalsın; bugün haksızlık yapmayalım, demeyi kabul edemem. Biz, dün de vardık; bugün de yaşıyoruz. ‘Dünkü haksızlık dünde kaldı’yı, kabul edemem. Bizim farkımıza varmaları gerekiyor. Bu devletin, bu toplumun, bizi desteklemesi lâzım. İnsan onurunu yüceltecek bir amaç için, burayı mutlaka alacağız.”

Dünkü haksızlık, dünde kalmamalı. Dünkü haksızlığı yapanlardan hesap sorularak, hak geri alınmalı. İnsanım, onurluyum, diyen herkesin de kırlangıcın yuvasını kurtararak, kırlangıca vermek için, çaba göstermesi gerekiyor. İnsanlık onuruna sahip çıkacak, insanlık onurunu kurtaracak onurlu insanlar aranıyor. Çok geç olmadan, hem de hemen şimdi.