Köyde damda yatardık. Yaz tatillerinde köye gittiğimizde. Harman yerinin taş çevirmesinin yanlarına, elekten elenmiş gibi toprak ve kum yığardı serin rüzgârlar. İşte bu çevirmenin kenarındaki rüzgâr tarafından elenmiş toprakların yüzü, silme yıldız olurdu ay ışığı olmadığında.

Işıl ışıl yanar sönerlerdi. Ipıl ıpıl ederlerdi. Gökyüzündeki Samanyolu, benim çocuk dünyama inerdi. İki adım ötemdeydi artık Samanyolu’nun tüm yıldızları.

Neden bir gece, masal ülkeme, Samanyolu’ma dalmıyordum? Hazır ayağıma gelmiş. Tüm yıldızlar göz kırparken. Hadi, gel, senin için yeryüzüne indik, derken.

Aysız köy gecelerinin birinde... Gündüzden, içindeki kibrit çöplerini boşalttığım kibrit kutusunu alıp harman yerinin çevirmesine ulaştım.

Yıldızlara her zaman sahip olmalıydım. Sadece geceleri değil. Uzaktan, hiç değil. Benim için gelmişlerdi madem. Bana bu kadar yakındılar. Üstelik göz kırpıyorlardı. Kimselere değil, sadece bana göz kırpıyorlardı. Aramızda farklı bir bağ vardı. Işıl ışıl dünyalarının kapılarını sadece bana açmışlardı. Bu bağ, herkesten gizliydi. Sırrımız kutsaldı artık.

Kibrit kutusuna, un gibi yumuşacık toprağa çevirme boyunca serpilmiş yıldız böceklerimi topladım. Topladığım kadarıyla damdaki yatağıma dönmem gerekiyordu. Aklım, toplayamadığım yüzlerce yıldızda kalmıştı.

Tüm yıldızları kibrit kutusuna doldurup yatağıma dönmeliydim. Gece gündüz elimin altında olmalıydılar. Hep cebimde olmalıydılar. Aklımın bir köşesinde oldukları kadar cebimde de olmalıydılar. Arada bir yoklamalıydım yıldızlarımı. Hani, oraya buraya seğirtip koşarken, cebimden düşüp düşmediklerini kontrol etmeliydim. Kimseler görmeden, kimseler sezmeden, parmak uçlarımla yoklamalı, dokunmalıydım gökyüzünden sadece benim için, benim dünyama inen yıldızlarıma.

Işıl ışıldı, farklıydı, zengindi, sonsuzdu, güzel ötesi harikaydı yıldızlarımla çocuk dünyam.

Bir masal dünyasına yolculuktu o geceki uykum. Kafdağı, iki adım ötemdeydi. Ne muhteşem bir geceydi. Ne muhteşem bir gündüz de olacaktı cebimdeki yıldızlarımla. Samanyolu, parmak uçlarımdaydı...

Güzel bir güne merhaba demiştim. Dulda bir yer bularak kibrit kutusuna doldurduğum yıldızlarıma bakacaktım. Kimseler görmedi, kimseler bilmedi. Damın ardında, dulda, ıssız bir yer buldum. Parmak uçlarımı mutluluktan titreten, yüreğimi heyecandan gümbürdeten yıldızlarımı, gündüz de görecektim. Yine parıldayacak, yine bana göz kırpacaklardı.

Açtım kibrit kutusunu. O da ne? Bir kibrit kutusu dolusu, burunlarında kara noktacıklar olan, beyaz kurtçuklar. Kımıl kımıl kaynaşıyorlar.

Kibrit kutusunu en uzağa fırlatarak çığlık çığlığa kaçtım. Kaçtım, kaçtım. Bir daha da damda yatarken harman yerinin çevirmelerine bakamadım. Sırtımı harman yerine çevirerek, gözlerimi sımsıkı yumarak çocuk uykularıma küskün, kırgın yüreğimle daldım.