“Bu kent öldürüldü diyorlar/ Kurşuna dizildi bir gece yarısı/ Hayaletler geziniyormuş şimdi/ Sokak aralarında ve caddelerde/ (…) / Bu kent öldürüldü diyorlar/ Bahar gelmez artık buraya/ Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre/ Ben inanmıyorum kim ne derse desin/ (…)/ Hele vakit gelsin, sevda dal versin/ Uzanacağız bir sabah çiçekli bir ağaca/ (…) / Kışlık saray ne kadar dayanabilir/ Hayatı kollamasını bilenlere/ (…)/ Ve bir tül gibi yırtılırken çevren/ Bu kent yeniden yaşanacaktır/ Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre/ Ben inanmıyorum kim ne derse desin (Ahmet Telli).”

Bir kentin anatomisi, o kentin dokusudur. Geniş anlamıyla insanından mimarisine dek tüm ilişkileri ve alanları kapsar.  İktidar için bir kent tehlikeli olursa, onun anatomisine zarar verilmek istenir, onu teslim almak için farklı yol ve yöntemlere başvurulur. Bunların ilki iktidarın sihirli güçleri olan medya-kültür-eğitim kurumları olan üst yapıdır, ikincisi ise zor aygıtıdır. İlk kategori üzerinden gönüllü ve bilinçsiz bir teslimiyet gerçekleşir. Böylesi bir kentin karakteristik özelliği iktidara olan aşırı entegrasyonudur. Siyasal alanda yerleşik iktidar partilerinin seçildiğini;  sosyal alanda ise ilişkilerin aile, din, parti gibi genel anlamda insani kapsayan değil dıştalayan bağlar üzerinden kurulduğunu görürüz.

Entegre kent tiplemesi merkezin gölgesinde kalırken onun karşıtı olan kentlerde ise merkezin aksine yerelliğin ağır bastığını görürüz. Yani iktidara entegrasyonun aksine öz-yönetim ilkesi ön plana çıkar. Öz-yönetim kentleri, siyasal alanda iktidar partilerinin anlamsız olduğu bölgelerdir. Muhalif partiler buralarda sadece seçimin nabzını tutan aktörler değil; aynı zamanda toplumsal problem tanımlamalarında ve çözüm perspektiflerinde onların öne çıktıklarını görürüz. Sosyal alandaki ilişkiler aile, din, parti gibi faktörler olmasına rağmen dıştalayan bir özelliğe bürünmez. Aksine öz-yönetim ilkesi ile var olan tüm dinamiklerin demokratik katılımını öngörülür.

Bu iki boyutlu (sosyal ve siyasal açıdan) ayrı olan iki kent tiplemesine iktidarın yönelimi farklıdır. Biri iradesizleştirilmişken, diğerinin itaatkârlığını sağlayamayan sihirli güçlerin yerini iktidarın zor aygıtı alır.  Kuzey Kürdistan’daki OHAL bu şekilde yorumlanabilir. Sur, Nusaybin, Cizre, Silopi, Yüksekova’daki katliamlar, yıkımlar, zorla göçertmeler ve kamulaştırmalar o kentlerin anatomisine yönelmiştir.

Savaştan geçirilen bu kentlerden geriye yıkık dökük binalar ve halen ailesine verilmemiş cenazeler; sözlü ve yazılı tarihe geçecek olan soykırım; kuşaktan kuşağa geçecek olan travmalar varken, iktidar bu kentlerden hiç bir entegrasyon beklentisine girmesin aksine manipüle edilmiş entegre kentlerin uyanışından korksun.