CHP yine “kurultaya” gidiyor. Gerçi bu sefer yalnızca “tüzük” konuşulacak ama aslında konuşulmak istenenin başka bir şey olduğu da ortada. Konuşulmak istenenin başka bir şey olduğunu bir değil de iki ayrı “kurultay”ın yapılıyor olmasından anlıyoruz. Yani pazar günü bir kurultay yapılacak, pazartesi günü de bir diğeri.

Peki ama bir parti aynı içerikte iki ayrı kurultayı peş peşe neden yapmak istesin ki? Çünkü bugün CHP’de adı böyle konmamış da olsa biri “Kemalistler”den, diğeri ise “Kemalciler”den oluşan iki ayrı CHP var. Sanmayın ki bu iki cephe arasındaki ayrılık ideolojiyle ilgili bir sorundan kaynaklanıyor. Öyle olsaydı bugün her iki grup da CHP’nin en ihtiyaç duyduğu “program kurultayı”nın peşinde olurlardı. Oysa onlar kim kimi nasıl yönetecek kim kimleri milletvekili, belediye başkanı seçecek gibi konuları belirleyecek “tüzük kurultayı” yapmanın peşinde.

Kendini solda gören birçok kişi için CHP uzun bir zamandan beri “solcu”dan çok “sağcı” bir parti olarak algılanıyor. Bunun temel nedeni CHP’nin değişen Türkiye’yi 1930’ların gözlüğüyle görmekte ısrar etmesi. Kemalist bir dünya görüşüyle küreselleşmiş bir dünyayı anlamaya çalışması vs.

Bu gözlem doğru olmasına doğru ama aynı şekilde CHP’nin de yolun üzerine düşmüş bir kaya gibi olduğu da doğru. Gerçeğin algılanmasının gerçeğin kendisinden de daha güçlü olduğu günümüz dünyasında CHP’nin toplum tarafında “sol” olarak algılanmasının yarattığı tıkanıklığın öyle az buz olmadığını da kabul etmemiz gerek. Bugün ülke siyasetinde “sol siyaseti” çok daha iyi temsil edebilecek siyasi girişimler olsa da CHP’nin tıkadığı yolu aşmaları kolay olmadığından ortaya çıkmaları da başarılı olmaları da çok zor. Bu nedenle de bugün ülkenin siyasi yelpazesinde solun eksikliğinin aslında siyasetin normalleşmesini de önlediğini söylemek mümkün.

CHP’yi yönetenlerin 1930’lardan kalmış gözlüklerle bugüne bakmaları Türkiye toplumunun bugünkü sorunlarını anlayamamalarıyla sonuçlanıyor. Ne AKP’nin yüzde 50 oyu nasıl aldığını, ne Kürtleri, ne Alevileri, ne Arap Baharını ve ne de Wall Street’i işgal et hareketini anlayabiliyorlar. Tabii ki bütün CHP’lilerle ilgili bir şey değil bu söylediklerim. Ama Kılıçdaroğlu’yla ifadesini bulan CHP politikalarının hemen tümünün yanlış politikalar olduğu da ortada.

Yanlışın en temel noktalarından biri şu Gandi imajıyla ilgili. Kılıçdaroğlu’nu bütün dünyada “pasif direnişin” sembolü olmuş bu büyük siyasetçiyle sembolize etmek başlangıçta çok da kötü bir fikir değildi. Toplumun savaştan, darbeden, gerilimden ve çatışmadan bıktığı bir dönemde, Tayyip Erdoğan’ın sert imajının yanında yumuşak bir Gandi’nin varlığının siyaseten riskli olsa da bir karşılığı olduğu da söylenebilirdi.

Ama bu imajı kim yaratmak istemişse bunu Kılıçdaroğlu’na tam anlatamamış anlaşılan. Çünkü geçen seçim sürecinde ve hâlâ da Kemal Kılıçdaroğlu kendisini bir Gandi’den çok Tayyip Erdoğan’dan daha yüksek sesle kükremeye çalışan çakma bir kaplan gibi görüyor. Ondan daha sert, ondan daha yüksek ve ondan daha otoriter bir görüntü veriyor.

CHP iki kurultay yapıyor. Birini “Kemalciler” diğerini “Kemalistler” yapıyorlar. “Kemalist”ler muhtemel bir “genel başkan” sorunu yaratmak için adı “Demokrasi Şöleni” olan birinci kurultaya katılımı önlemeye çalışıyorlar. Gazetelerin yazdığına göre pazar günü birinciler “Kemal Kılıçdaroğlu”nun peşinden salona gideceklermiş, ikinciler ise “Mustafa Kemal”in yanına Anıtkabir’e...

Tam da yaklaşan ilkbahar için toplumun kırlara çıktığı bir günde...