Radikal gazetesindeki köşesinde Cengiz Çandar 2 Kasım 2011 günü kendi bilgi kaynaklarına dayanarak KCK operasyonlarının Başbakan Erdoğan’ın kucağına itildiği yada Erdoğan’ın ikna edildiği (daha açık ifadeyle kandırıldığı) iddiasına inandığını yazdı.

Türkiye’de demokrasinin gelişimini AKP’ye indirgeyenlerin büyük çoğunluğu AKP’nin olumsuz uygulamalarını hep AKP-dışı faktörlerle açıklarlar: AKP bunları aslında istemeden yapmak zorunda kalıyordur!

Çandar için Kürt sorunu bağlamında bunu söylemek belki kolay değil ama bu iddianın böyle bir işlevi var. Nitekim Çandar’ın iddiasına göre, AKP’nin üst düzey yöneticilerinden bazıları da bu operasyonları desteklemiyormuş.

Sadece türküye, halaya indirgendiği için başından beri desteklemediğimiz ‘açılım’a sazan gibi atlayanlar, yapısal olana değil, sembolik olana bakmakla yetindikleri için bu tür iddiaları ciddiye alabilirler.

Kürt sorununu çözeceğim diye ortaya çıkmış bir hükümet, bu hedefinde ciddiyse ve bu hedefini baltalayacak böyle bir emrivakiye boyun eğebilecek ya da kandırılacak konumdaysa eğer; bu kadar zaaf içinde bir hükümetle karşı karşıyayız, demek ki…

O halde Kürt sorununda AKP’yi aktörler arasına dahil etmemek gerekiyor…

Oysaki AKP strateji kurma ve bozma ve kurumsal değişim kapasitesi hiç de zayıf olmayan bir aktör…

Meseleyi biraz daha anlamak için KCK operasyonlarının başladığı 14 Nisan 2009 gününe gitmek gerekiyor. O gün 28 Şubat sürecinden beri olmayan bir ilk gerçekleşti:

Zamanın Genelkurmay Başkanı Başbuğ, AKP’ye yakın gazeteleri ve köşe yazarlarını da davet ettiği Kara Harp Okulu’ndaki konuşmasında, 2 hafta önce Türkiye’yi ziyaret eden yeni ABD başkanı Obama’nın sözünü tekrarladı: Bizim de İslam’la kavgamız yok. Ve o günün sabahında başlayan KCK operasyonları için Emniyet’e teşekkür etti.

28 Şubat’tan bu yana Emniyet ile ordunun çekişmesini ve ordu ile Türkiye İslami hareketleri arasındaki gerilimi düşününce bu sözlerin ve oradaki yeni davetlilerin nereye denk düştüğü berraklaşır…

AKP’nin TSK ile Kürt sorunu üzerinde anlaşması da sadece AKP’nin içerideki gücünü pekiştirme isteğiyle açıklanamaz çünkü buna TSK’nın da başka bir husustan (bir kaybı önlemek veya bir kazanç edinmek gibi) dolayı razı olması gerekir.

3 ay öncesinde Başbuğ’un önerisiyle TRT 6 açılmışsa ve 5 ay sonra da ‘açılım’ açıklanmışsa ve bu ABD’nin Irak’tan çekilme takvimini açıkladığı zamana denk geliyorsa, Erdoğan da açılımdan beri Kürt hareketini İslam üzerinden ötekileştirmeye çalışıyorsa; o halde bu çelişkili gibi görünen durumu anlamak için daha makro bakmak gerekiyor:

Bölgenin İslam’la uzlaşma çerçevesinde küresel kapitalist yeniden yapılanmasında halihazırda kapitalizm-dışı bir alan olan Kürt coğrafyasının kapitalizme açılmasının taşıyıcısı konumundaki Barzani’nin etki alanını Türkiye’de de güçlendirmek ve açıkladığı Demokratik Özerklik Modeli’nde anti-kapitalist bir ekonomi perspektifi sunan Kürt Hareketini de Barzani egemenliğinde kapitalist bir Kürt coğrafyasına rıza göstermiş bir konuma getirmek…

Barzani’nin Güney Kürdistan’ının Türkiye üzerinden ve Türk firmalarıyla kapitalizme entegre olduğu düşünülünce, Barzani’nin Türkiye Kürdistan’ında etkisinin artırılmasına gösterilen rızanın, sadece PKK’ya karşı olmadığı ve bunun karşılıklı bir alış-veriş olduğu da berraklaşır.

Kapitalizmi ve devletlerini tanımadan salt kimlikler üzerinden meselelere bakanlardan dini merkeze alanlar, birkaç sene evvel Kemalist devletin seküler olduğu için Öcalan’la, Barzani’ye ve Kürt İslami hareketlerine karşı yakınlaşacağını iddia etmişlerdi.

Milliyetçilik üzerinden bakanlar da, Barzani’nin Türkiye’de etkisinin artmasından Türk devletinin çekineceğini düşünüyorlardı.

Oysaki modern tarih boyunca aslolan, kapitalist olmayan coğrafyalara devletin baskı ve cezbetme ile ürettiği ‘rıza’ yoluyla piyasaları yerleştirmekti. İlk dönemlerde de otoriter yönetimlerin katkısı ile sağlanır bu…

Buradan bakılırsa, ‘açılım’ın KCK operasyonlarıyla gerçekte neden çelişmediği anlaşılıyor:

‘Açılım’, Kürtlerin kapitalizme entegrasyonun gerektirdiği içerik ve sınırda tanınması, tanımlanması sürecini içinde barındıran ‘cezbetme teknolojisi’ iken; KCK operasyonları buna itirazı olan yapıya yönelik ‘baskı teknolojilerini’ içeriyor. Bu iki teknolojinin birlikte Barzani önderliğindeki kapitalizme entegrasyona ‘rıza’ üretmesi bekleniyor.

Peki, sağı solu pek belli olmayan PKK ne yapacak?

Bölge Barzani etkisine ve kapitalizme yeterince entegre olduktan sonra, yani PKK’nın anti-kapitalistliği para etmedikten sonra ya da PKK bu tutumundan vazgeçtikten veya zayıfladıktan sonra, silah bırakma karşılığında bölgede siyaset yapmasına izin verilebilir.