Abdal’a sormuşlar “Ne zamandan beri delisin”, “Bildiğimden beri” demiş. Bilmek iyi değil, daha da kötüsü sezmek, sezgi bütün sinir uçlarınızı harekete geçiren ve sürekli gerilim yaratan kaygıların kaynağı. Her an köşeden hangi tehlikenin çıkacağını düşünerek tetikte olmak, sürekli kaygılı olmak akıl ve ruh sağlığına da zarar. Abdal olmak ise her kula nasip olmayan zor zanaat.

Gelecekle ilgili sorumluluk duymamak mümkün olabilse bu durum belki de katlanılabilir olurdu, yani yalnızca seyreden olabilseniz, yalnız kendi doğrularınızın efendisi kalabilseniz mesele kolaydır. Ne o ne o derseniz, yeri gelince de hem o hem o dersiniz olur biter. Kontrolü sizin elinizde olmayan koşullar içinde karşınızdakilerin ne yapacağı size bağlı olmayan durumlarda doğru tutum alabilmek cesaret isteyen bir mesele.


Tarihi insanların yaptığını ama devraldıkları miras içinde yaptıklarını unutmak gerek. Bütün mesele bu mirasa mahkûm olmayıp onu değiştirebileceğimiz yolları bulabilmekte. Bu mirası yok sayma şansına hiç kimse sahip değil, eğer kendimizi Tanrı gibi görmüyorsak, gerçek tekelimizde demiyorsak. Başka deyişle bütün mesele eski yanılışları görerek, onları tekrar etmeksizin yeni yanlışlar yapmayı göze alabilmekte.

 


Ne olacak?

Bugünlerde Dünya ve Türkiye’de açık veya örtük, bilinçli veya bilinç dışı sorulan soru “Ne olacak” sorusu. Ne olmakta olduğunu ve ne olacağını kimse tam olarak bilmiyor. Biliyormuşuz gibi yapmamak gerek. Soğuk Savaş’ın bitiminin hemen ertesinde dünyayı iyimser bir hava sarmıştı, oysa bugün Soğuk Savaş’ın bitip bitmediği dahi soruluyor. Kapitalizmin 2008 finansal krizinin dibi gözükmediği gibi asıl dalganın gelmediği yorumlarını yapılıyor. Bu tür büyük ekonomik krizlerin ardından otoriter devletin yeniden döndüğünü, askerî harcamaların, silah üretiminin bunalımı aşmada bir alet olarak kullanıldığını biliyoruz, bunalımdan çıkışın Keynezyen yolları yani. Elbette bugün dün değil ama dünün bugünün koşulları içinde kendini tekrar etmeyeceğinin garantisi de verilemez.

Bugünlerde Türkiye’deki hâkim olan hava da aynı, kaygı verici bir bekleyiş... En kaygı verici durum ise Kürt meselesine ilişkindir. Soru aynı:


Ne olacak?

Net olan tek tutum iktidarın KCK operasyonlarıyla PKK ve BDP’ye yönelik artan baskılarında bir yumuşamaya dönme niyeti taşımadığıdır. Tutuklamalardaki sayısal sonuç bile insan hakları ihlali anlamına gelen niteliksel vahim bir durum yaratıyor. KCK tutuklamaları nedeniyle bir kısım tutukluların Karadeniz illerindeki hapishanelere nakledildiği haberleri geliyor. Demokratik koşullar içinde bu terazi bu sıkleti çekemez.


Abdullah Öcalan üstünde temmuzdan beri süren avukatlarıyla görüşme yasağı sürüyor. Şimdi de Öcalan’ın ailesiyle görüşmeye neden çıkmadığı tartışılıyor. Rivayetler muhtelif ama ortada kaygı verici derin bir belirsizliğin olduğu kuşkusuz.


Belirsiz olan aynı zamanda PKK’nin ne yapacağıdır. Ağır bir operasyon altında, devletin neredeyse bitirdik anlamına gelen açıklamaları karşısında PKK’nin bitmediğini göstermek için kendini bir şeyler yapma zorunda hissediyor olması tahmini zor bir durum değil. Bu nedenle de kötü şeyler olacak kaygısı ciddi bir kaygıdır.

En kötü duygu ise bu belirsiz kör gidiş karşısında bir şey yapamama, çaresizlik duygusudur. Tehlike “geliyorum” diyor ama durumu tariften başka kimse derde deva bir şey söyleyemiyor.Korkulanlar olur da devletin şiddetinin ardından PKK şiddeti gelirse yine tarifler yapılacak ama yalnızca tarif olacak. Yine suçlu aranacak, bir taraf bir yöne başka taraf başka yöne işaret edecek veya ne o ne o denecek. Ama olan da olmuş olacak.

Demokratik kamuoyunun bu KCK operasyonları nedeniyle en hafif deyimiyle nötralize edilmiş olması şiddeti önleyebilecek tek imkânı da yok ediyor. Ağır operasyon yemiş, bir çevirme harekâtıyla kıskaca alınmak istenen bir hareketin soğukkanlı olabilmesi ancak yalnızlık, terk edilmişlik duygusuna kapılmamasıyla mümkün olabilir. Oysa bugün bana kadar ulaşan bilgiler bile AKP’ye oy vermiş olan Kürtler içinde de “yalnızlık” duygusunun giderek koyulaştığıdır. Özellikle Uludere katliamından sonra iktidarın, iktidar basınının gösterdiği duyarsızlık çok ciddi duygusal kırılmalar yaratmış durumda. “Kürtlerin Kürtlerden başka dostu yoktur” duygusu yayılıyor.


Yaklaşan, kokusunu duymaya başladığımız tehlike karşısında elimizde kalan tek yapılabilir şey özellikle bugünlerde, Kürtleri yalnızlık duygusuna iten yorumlardan sakınmak ve sonra da yapabildiğimiz ölçüde yalnız olmadıklarını gösterebilmektir.

Bu tutumu almadığımız durumda bıraktım geçmişin suçlusunu aramayı, ama önümüzde duran muhtemel şiddetin sorumluları arasına gireriz.