Eğer bir yerlere göçüyorsak bunu birazda kendimizi bulmak için yapıyoruzdur. Her göç bir kaçışla örtüşmez elbet. Sana göç eylemem kendim içindir bu nedenle birazda… Bilir misin? Kelebek son nefesinin arifesinde konar papatyanın beyazına. “Seni seviyorum” der. Ve dibine düşer, kanat çırpıntısız. Papatya: “Keşke öncesinden haberim olsaydı” der ve her gün aydınlanışında bir yaprağını, “Seni seviyorum” diyerek döker kelebeğin üzerine. Kelebeğin ruh üşümeleri de gün be gün, yaprak ve yaprak azalır. Papatya son yaprağını kelebeğinin üzerine örttüğünde artık tekdirler. Tek yürekte sonsuzluğu kucaklayan tek sevda olmuşlardır artık. Aşk mucizesini; birazda o papatyanın yapraklarından, kelebeğin beslediği toprağa tutunan köklerinden bulmuştur. Biraz da; kelebeğin kaosa çağrı yapan kanat çırpıntılarından ve sona sakladığı bitimsiz sözcüğünden beslenir. Görünürde kimse yok gibi görünse de; aldatıcıdır inan. Yer, gök, denizler, dağlar, Dersim dağlarındaki ceylan sekişi, Toroslar’daki meli keklik ötüşü sensin inan… Beyaz papatyanın ve hercai kanatlı kelebeğin aşkına inan. Adaletsiz kalmış bu çorak topraklar, merhamete susamış çocukların göz yaşları sulanmasın diye inan. Mavi karanlık üzerinde süzülen martının, yürekten kopan sevinci eksilmesin diye inan.

Şimdiki mevsimde göçler; karanlık bir hayat vedası ile ölüme entegre olmuş virütük bir kabusla nihayetleniyor. Çöl mevsimindeki tarifsizlik, kurumuş yaprak manasızlığında düşmekte bilinmezin üzerine. Kasvetli bir rüzgar esmekte, önüne kattığını gün ışığı dışına sürüklemekte. Bu biraz da istem dışı, zorunlu göç gibi görünüyor. Yani kendini bulmaktan ziyade, kaybetmeye koşullanmış uğursuz bir göç. Ara uğrakları, karantinaları var bu göçün. Karantinadan her çıkışın ise yaşam ile buluşma garantisi yok. Tabi ölümü sadece biyolojik bir vaka olarak algılıyorsak durum farklı olabilir. Ölüm sadece kalp duruşu mudur acaba? Yani kalp sadece biyolojik olarak mı durur? Sevdasız kalan her kalp, kendi atımını nihayetlendirmiş olamaz mı? Kelebeğin kanat çırpışındaki iç ferahlamasından uzak kalmış papatya, papatyanın yaprağının sığınağı oluşundan mahrum kalmış kelebek aynı sendromu yaşarlar. Konuşmaların uzaklaşmasındaki ıssızlıkta kendi matemini tutar yürek. Sonsuza dek o da susacaktır belki de. Bilinmez. Ama kendi karantinasını yaratmaya muktedir her sevda, yaşama daha bir tutkuludur. Umutla besleniyorsa eğer; tüm karantinalar güneşli dünyalara merhabadır. Güneşi üzerimizden eksik etmediğimiz her an steril sevdalara çıkıştır. Ferhattır, Şirindir; Keremdir, Aslıdır; Leyladır, Mecnundur. Çıkalım karantinadan; sendir, bendir yani bizdir. Kelebeğin kanadını boşa çırpmamışlığı, papatyanın yaprağını ölüme dökmemişliğidir.

Sana menekşe getirdiysem, senin yaprak kokunu bir kez de sen soluyasın diyedir. Kaktüsü ise, çıkardığında zehire dönen dikenlerini sakınman için vermiş olabilirim. Papatya getirmediysem; bilesin ki, kelebeğe kıyamadığımdan değildir sadece… Her bir yaprak döküşündeki; “Seni seviyorum” nefesini, sonsuzluğundan koparmaya olan isteksizliğimdendir. Ama bu gece karanlığa bir başka bak ey sevgili. Karantinadan, tecritten hayata aksın yeşil. Bu şehir utansın göz bebeklerinden. Yüreğini öylesine dök ki; yer gök kimsesizlerin kimsesi olsun. Sen; benim gitmelerimi, gelmelerimi umursama ve dertte etme. Sen ol bu gecede. Sen kalkarsan; hesap, kitap dışında ve papatya yaprağı beyazlığında bir hayat bırakırız ardımızda. O hayat gökkuşağı olur önümüzde. Dilek tutar altından geçeriz birbirimize hissettirmeden.

Libya petrolü, Suriye rolü, Irak üleşmesi pek de hazırlıksız yakaladı ağzından salya eksilmezleri. Ama ülke aşksız ve aşsız sevdalım. 65 yaş üstü acınma duyguları arasında onursuzluk yaşamak istemiyor. Gece bir saatte sayılar, bilançolar, vakalar, tükenişler… Peki sokak çocuklarına, sokağa çıkma yasağı neyler? Peki bu aşkın sokakta varoluşuna engel bir virüs keşfedilmiş mi acep yeryüzü ile tanımlanan coğrafyada? Sevdalım; mühim bir emekçiliktir. Saraylarda, surlar gerisinde mutluluk aramamak… Bu aşkın koruması, maaşlı çalışanı, ejder meyvesi yiyeni olmadı. Karantina geceleri hayatın bir başka sınanması gibi duruyor. Gece uzundur, sessizdir, bazen göz gözü görmez gecede… Senin her varoşlun gündüzün müjdesi oluşundan olsa gerek; papatya kelebeğine daha içli bakarak yaprak düşürür. Her yaprak düşüşünde, kelebek bir kanat daha çırpar. Belki de; senin ayrıntılarında karantinaya alınsa iflah olamaz bir kimliğin sahibiyim. Ama işte tam öyle değil, bilesin…

Homeros; İlyada-Odysseia destanını Halikarnassos’ta karantina günlerinde nakşetmişti. Karantina günlerine bağışıklığı vardır buraların. O nedenle acı otundan vazgeçmez. Festival sirtaki tadında dökülüştür karantina günlerinde hayata. Acı otunun acısını bal eyler buralı. Şairine yani Hasan Hüseyin’ine adeta nazire yapar. Öyle ya günah bizim kime ne? Kelebek, papatyasına aşkını son soluğunda dillendirirken, tanrıça Artemis’e mi sordu? Ya da papatya yaprağı ile kelebeğini ısıtırken, tanrıça Demeter’e mi sordu? Aşkın izni olmaz. Zaten aşkın gizemi, bu illegalite de saklıdır. Senin yasa dışı gülümseyişinde yani...

Aslında senin hesapsızlığın, duruluğun, sakinliğin; kavgaya en mühim davet gibi. Bu nedenledir ya; birazda bu işin ucunu bırakamayışlarım. Mapusane, dışarısı; sen, ben; gidiş-gelişlerim… Karantina gecelerinden, güne bir ışık var elbet. Bu korkağın, haramzadenin işi değildir. Aşka dair tılsımlı derinliktir. Onların duaları kar eylemez, bu aşkın bilime olan tutkusuna. Sen bir kez daha ayağa kalk. Aşkta, karantina günlerinde-gecelerinde boyun eğmez virüse ve soysuzluğa. Aşkın başı kel mi ki; Soysuz olsun; virüse boyun eğsin… Karantina gecelerinde umuda bir yolculuk var. Tünelin ucundaki ışığa doğru göç eyleme zamanıdır. Karantina gecelerinin seheri olmazsa bu aşk virüs olur yeşile… Kelebeği ve papatyayı üzmeme mevsimindeyiz. Karantina gecelerinde umut, hayat, ışık ve aşk zamanındayız… Papatyanın ve kelebeğin ahını almamak gerek. İllegal bakışını bu sansür kaçkını hayallerden, dizelerden, sözcüklerden eksik etme yeter ki...  Hiçbir virüs yenilmez değil. Bu yürek devlet virüsünü hayatın içerisinde steril etmeye namzet bilirsin.