‘Başka bir hayat mümkündür’ diyenlerin dört aydır kendi yaşam alanlarına çevirdikleri bir mekân Kamp Armen. Sözün söz olmaktan çıkarak hayatın içine indiği ve günün her saatinin ortak emek ve kolektif akıl ile yürütüldüğü bir yaşam alanı. Duvarlarda resimler, çıkarmalar, Kürtçe, Türkçe, Ermenice yazılar, herkesi bu yaşama ortak olmaya çağırıyor. “Kamp Armen Ermeni Halkına İade Edilsin” talebi ile başlayan süreç kendi içinde yeni bir yaşam inşa ederek büyüdü. Geçmişten gelen anılar, anlatılar, acılar ile bugünün başka başka kentlerinde/ülkelerinden gelerek emek katanlar ile yanı başımızda bir umut.

Kampa akşama doğru ikindi sakinliğinde varıyoruz. Otobüs durağından kampa kadar yapılan yönlendirmeler tam olarak işlevini yerine getiriyor. Kampın bahçesinin orta yerinde bir ceviz bir incir ağacı alanı hemen hemen tamamen kaplamış durumda. İstanbul’un metro, metrobüs, tranvay kokan havasında buraya varmak insanda önce bir dinginlik uyandırıyor, sonra gözlerimizle etrafta bir gezintiye çıkıyoruz. Geçmişin bütün izleri duvarlarda, bahçeyi dolduran meyve ağaçlarında, duvarlara kazınan resimlerde.

Hrant, Rakel Dink, Sevag Şahin Balıkçı, Garabet Orunöz, Aram Misnar, Maritsa Küçük ve buradan geçen daha birçok insanın isimleri duvarlarda yazılı… HAFIZAMA FOKUNMA!

Akşam masanın etrafı dolmaya başladı, Avcılar, Üsküdar, Beşiktaş, Şifa Mahallesi, Darıca, Aydınlı mahallelerinde gelen anarşistler, HDP’li gençler. Temel gündem ülkenin hızla akan gündemleri, devletin uyguladığı şiddet, olası seçimler, Kürtlere dönük yaşanan linçler; ”bizim mahallede artık akrepler devriye geziyor.” Bu tartışmalar devam ederken bir polis memuru içeri geldi, masaya çağırdık. “Geçen gün biz dışarda araçta nöbet tutuyorduk, arkadaşlarınızdan biri, neden içeri gelmiyorsunuz, gelin bir çayımızı için” demişti, onun üzerine bir geleyim dedim. Gözleri ile duvar yazılarında gezinirken sohbete dâhil oluyor: “Bizim de bir anneden, babadan geldiğimizi Gezi Süreci’nde eylemciler unuttu.”

Ama… diye devam ediyoruz. Bir sıkışmışlık hali yaşıyor, sohbet son zamanlarda yaşanan linçlere geliyor, anlaşamayacağımız başında belliydi, ancak hayatında belki de ilk defa karşı olduğu şeyleri bu kadar yakından duyarak başka bir deneyim yaşadı, “görüşmek üzere.”

Akşam yemeği kuru fasulye, meyhane pilavı ve yaşanan bir tartışma sonucu tek isimde anlaşamadık, “pırpar cacığı/semizotu cacığı”. Keyifli bir yemek oluyor, tartışmalar eşliğinde. İçten bir tebessüm ile “kuruyu ben yaptım” diyen Siyabend de kampın yerleşiklerinde; “Tuzla’da yaşıyorum, Hrant Dink ile birlikte burayı biliyordum. Direnişin ilk gününden bu yana bir şekilde süreci izliyordum, 47. gününden itibaren buradayım. Buradaki anıları önemsiyorum; betonlar, ağaçlar, bu ceviz ağacının gölgesi hepsi o yetim çocuklardan bir şeyler anlatıyor bize. Buraya hayat veren o yetim çocuklar oldu. Buraya müdahale ile buranın hafızasını bitirmek istiyorlar. Yüzleşmemiz gereken bir tarih ve hafıza burada yatıyor. Direnişin bugün 135’inci günü, bu süreç içinde burada halkların kardeşliğini yaşadık, 1915’i konuştuk, okuduk, öğreniyoruz. Birlikte nasıl yaşanması gerekiyorsa burada onu yapıyoruz, Kürdü, Türkü, Ermenisi, Alevisi, Süryanisi, LGBTİ bireyi, anarşisti, sosyalisti her birlikte buradayız. Buradaki sözümüz bu yaşamın hayatın her alanında çoğaltılmasıdır.” Robin, Ali, İlknur, İdil, Sürgün, Dilan, Zilan, Batu, Öncü, Sarin, Alex, Arno, Arev, Noray, Deniz, Yeva… hep birlikte beraber bu hayatı çoğaltma heyecanını yaşıyorlar.

Yıldır’ın herkesi keyifli kılacak, mutlu edecek anlatısı ile yemek devam ediyor. Masada Coca Cola bir tezatlık yapıyor, onu da bir arkadaşa yaptığım resim paylaşımında onun uyarısı ile fark ediyoruz.

Yemekler vegan. Kamp direnişçilerinin ortak noktalarından bir tanesi vegan/vejetaryen duyarlılıkları. “Yaşam ortak, doğanın bir parçasıyız, hayvanız bizler de en nihayetinde, neden başka hayvanların yaşam hakkı bizim tekelimizde/midemizin keyfinde olsun.”

Mehmet hevalim kampın acil hizmet emekçisi; “şu kampta inan/Müslüman biri olarak en çok ben değiştim, her konuda bir değişim yaşıyorum, herkes ile birlikte slogan atıyorum, tabi ki de bunu keyifle yapıyorum, ama en sonunda buranın tek kişilik Müslüman azınlığı olarak duvara pankartımı da yazacağım.” Gece uzun sohbetler ile devam ediyor, kampın güvenliği için uygulanan tedbirler çerçevesinde iş bölümü yapılmış, her gelen de buna dahil oluyor. Çardakta, balkonda, bahçede ceviz/incir ağaçlarının altında yeni günün ilk saatlerine kadar sohbetler heyecanla devam ediyor.

Uyumak için odalarına çekilenler ve de evlerine dönenler ile bir sessizlik hali. Deneyimliler uyku için daha şanslı, hangi oda kiminle –uykuda Uğur güne erken girmiş demiyorum, önceki günü konuşanlar, horlayanlar – yatacağını biliyor. Dört gibi uyumaya gitsem de ki, benim için çok geç bir saat, günün daha ilk ışıkları ile ve de yüksek volüm Yıldır’ın sesleri ile kendimi bahçeye atıyorum. Yalnız değilim; Uğur da geceyi kapatmadan günün içinde, oda arkadaşının çalan durmadan çalan alarm sesi ile uyuyamamış ve şimdi ceviz ağacının altında sabahın ilk şiirini okuyor; “çoğu zaman/üzüldüm ülkem içim/öfkeden eridi yüzüm./lodoslu bir havada/parçalandı kayığım,/sitem etmedim hiç/dalgalara…”

Kampın uzun süreli emekçilerinden Hüsamettin Kurutay, kamptaki arkadaşların deyimi ile Dayı, güne erken girenlerden. Önce etrafı toplayıp, semavere çay için su koydu, sonra Varbet (kampın Sivas Kangal cinsi köpeği) ile sabahın ilk sohbetini yaptı. Sonra, yaşadıkları, deneyimleri, hayatında kalanlar ile birlikte, etrafta sessizce dolaşan kedilerin arasından ceviz ağacı altındaki masamıza geldi. Etrafı toplamak, kahvaltı için hazırlık, bir yandan da uyuyanları uyandırmak için yüksek seslerle günün ilk yorumları başladı…

PARİ LUYS HEVALNOOOO…

_____________________________

* ‘Pari luys’ Ermenice’de günaydın, ‘hevalno’ Kürtçe’de arkadaşlar demektir.