KİEV
Dinyeper nehri otuz dört yıl önce de böyle akıyordu, usul usul...  Yine bir haziran ayıydı.
Ama 1978 yılının haziranı...
Başbakan Ecevit’le gelmiştik Kiev’e. O tarihte CHP lideriydi. Rahmetli Gündüz Ökçün Dışişleri Bakanı, Hikmet Çetin Başbakan Yardımcısı’ydı.
Abdi Bey, Milliyet’in efsane Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı rahmetli Abdi İpekçi de geziyi izliyordu.
Ayrıca, Günaydın ve Tercüman gazetelerinin genel yayın yönetmenleri Necati Zincirkıran’la Güneri Cıvaoğlu’nu, Tercüman’dan Nazlı Ilıcak’ı, Milliyet’ten Sami Kohen’i, Yeni Asır’dan Güngör Mengi’yi anımsıyorum.
Ben de o zaman Cumhuriyet’te muhabirdim, haber atlamamak için koşturan genç bir gazeteci...
Ankara’dan dört pervaneli bir uçakla yola çıkmıştık. Rahmetli Ecevit’in o zamanki tasarruf anlayışı yüzünden yolculuğumuz uzun ve yorucu geçmişti.
Tercüman gazetesiyle CHP hükümetinin arası kötüydü. Nazlı Ilıcak kendi eliyle pişirdiği kekle birlikte uçağa binmiş, Rahşan Hanım ve Bülent Bey’le birlikte hepimize ince belli bardaklardaki demli çayla ikram etmişti.
1978’de Ukrayna bağımsız bir ülke değildi. Moskova’nın Sovyet cumhuriyetlerinden biriydi.
Yirmi yıl aradan sonra 1998’de, bu kez Cumhurbaşkanı Demirel’le yolum düşmüştü Kiev’e...
Nehrin kıyısında kendi başıma yürüyorum. Dinyeper 34 yıl önce de böyle akıyordu, hiç kıpırdamadan...
Ama zaman böyle akmıyor.
Evet, gene hatıralar...
Dipsiz bir kuyu gibi beni içine çekmeye başlıyor.
Ukrayna Portakal Devrimi’yle yeniden dünya sahnesine çıktı büyük umutlarla. Moskova’dan ve diktadan kopuyorum, demokrasi geliyor derken, bir başka otoriter rejimin kucağına düştü.
Avrupa Birliği liderleri, Euro 2012’ye rağmen Ukrayna’yı boykot ettiler. Turnuvanın bu ülkedeki maçlarına gelmediler.
Eski başbakan, sarışın ve güzel kadın Julia Timoşenko hapiste. Yedi yıllık hapis cezasıyla birlikte üç yıl sürgüne, sonra da yedi yıl siyaset yasağına çarptırıldı.
Ama kendisine hapis yolunu açan, iktidardaki rakibi Başbakan Viktor Janukoviç’in umurunda değil, demokrasiymiş, hukuk devletiymiş. Rusya Başkanı Putin’le oynaşıp yoluna devam ediyor.
Siyasete dalma Hasan Cemal!
Örneğin Ribery’yi yaz.
Fransız futbolunun altın çocuğu, üstelik eski göz ağrımız. Galatasaray’dan geçtikten sonra (Fenerbahçe’yi 5-1 yendiğimiz Türkiye Kupası finalinde, sağ voleyle attığı o müthiş gol hâlâ gözümün önündedir) Avrupa’da yıldızı parlamaya başlamıştı.
Hep sempati duyduğum bir futbolcu oldu Ribery. Yoksul bir inşaat işçisinin oğlu. Çocukken hiç tatile gitmemiş. 16 yaşında okuldan atılmış ve kendini futbola vurmuş. 20 yaşında ancak 3. kümede top koşturuyormuş.
Kavgacı ve bıçkın huylarını inkâr etmiyor:
“Aziz değilim. Ahmak ya da sahtekâr da değilim.”
Ribery, Fransa’yı yarı finalde Portekiz’in karşısına çıkarabilecek mi?
Dünya Kupası’yla Avrupa Şampiyonluğu’nu kazanan 1998 ve 2000’in büyük Fransa’sı on yıllık bir iniş sonrası kafasını kaldırmış durumda, yeni bir inşa sürecini yaşıyor.
Hazırlık dönemindeki 21 maçtan yenilgisiz çıktı. Bu süreçte bir dönüm noktası olarak nitelenen maçta Almanya’yı 2-1 yendiler. 21 maçlık serinin sonunda ilk mağlubiyet geçen hafta İsveç karşısında geldi.
Fransa’nın işi kolay değil.
Çünkü karşısında yakın geçmişin yenilmez armadası İspanya var. Ama işler iyi gitmiyor boğalar için de. Hazırlık maçlarında bir sürü yenilgiye uğradılar.
Galiba bir yandan oyun şifreleri çözülmeye başladı, diğer yandan takımın omurgasını oluşturan Barça ufak ufak inişe geçti.
Bu arada Puyol ve David Villa sakat. Biri savunma göbeğinde, öteki gol yollarında boşluk yaratıyor. Manchester City’li David Silva henüz gol beklentilerini karşılamış değil.
İspanyol futbolunun bebek yüzlü sarışın starı Torres, uzun bir sakatlık ve durgunluk dönemini galiba en nihayet geride bırakıyor.
60 milyon euro’ya Liverpool’dan Chelsea’ye transfer olmuş ama hayal kırıklığı yaratmıştı. Euro 2012’de İrlanda karşısında attığı iki golle birlikte kendisine yeniden umut bağlayanları sevindirdi.
İspanya deyince, o kadar çok topçu geliyor ki akla. İniesta, Xavi... Top, bu insanların ayakları arasında dolaşmayı çok seviyor, onlara sanki âşık...
İki takım 2012’nin favorisi.
Biri Almanya, biri İspanya...
Herkes öyle diyor.
Futbol bu, belli mi olur?
* * *
Sürpriz olmadı.
İspanya Fransa’yı hiç zorlanmadan geçti, yarı finale çıkarak Portekiz’le eşleşti.
Maç yavandı. Özellikle ikinci yarı zevk vermedi. Ama ilk yarıda İspanya, Fransa’ya neredeyse top göstermedi. Yüzde 70’lik top hakimiyetiyle oynadı.
İlk 70 dakika Fransa’nın pozisyonu yoktu. Hatta İspanya kalesine gidemediler. Ribery de ortalıkta fazla gözükmedi.
Uğur Meleke’nin deyişiyle:
İspanya futbol oynamaya çalışırken, Fransa oynatmamayı hedef edinmiş gibiydi.
Maçın yıldızı hiç kuşkusuz Xabi Alonso oldu. 100. milli maçında hem iki gol attı, hem de İspanya’yı yarı finale taşıdı.
Bu akşam Kiev’de bir heyecan fırtınası bizi bekliyor:
İngiltere-İtalya çeyrek final maçı!
Bu maçın galibi Almanya’yla yarı finalde kapışacak.
İyi pazarlar!