Ne vakit Türkiye siyaseti üzerine siyasi analizlere girişmek niyetiyle yazı yazmaya koyulsam, vardığım nokta "Hababam Sınıfı" kıvamında muziplik oluyor. Bir de bu siyasetin aktörlerini anımsayınca kazanda pişirilmeye müsait "inek yahnisi" buram buram tütüyor.
Bugün Kürt sorunu diyebiliyoruz evet, ama bunu söyleyebilmek için tutulan yol kan deryalarından geçti. Bunu not düşerek seçim sonrası AKP ve MHP'nin HDP'ye dolayısıyla Kürtlere karşı tutumunu irdelemekte fayda görüyorum.
Zihin tembelliğinden doğan nefret, korku duygusuyla bütünleşince apaçık bir sefalete dönüşüyor. MHP'nin inkâr siyasetini bu şekilde tarif etmek pekâlâ mümkün.
Bu sefaletin izlerini farklılıklara karşı tahammülsüzlükte görebiliyoruz. Kürt sorununda, Alevi sorununda, Ermeni meselesinde, cinsiyet meselelerinde görebiliyoruz.
HDP ile bir arada bulunmaktan hicap duyduklarını söyleyen MHP ve türevlerinin, sergiledikleri ırkçılıktan utanmaları gerekir en başta.
"Kürt kardeşim" diyerek Kürt'ün nefesini kesmek için can atan algı, bu körlüğün neticesidir.
Toplumun bir kesimi bu akıl fukaralığıyla iğrenti veren milliyetçiliği matahmış gibi sahiplenirken, var olanı koruma içgüdüsü, değişikliğin toplumu sarsacağı endişesi ve eldekileri kaybetme korkusu; muhafazakâr bir doktrin halini aldı Türkiye'de.
Kaskatı bir istikrar ile bürokratik geleneklerin ve kurumların değişmeden korunması sayesinde ekonomik ve sosyal ilerlemenin devam edeceği anlayışı da bununla beraber bir tabuya dönüştü.
Tam da bu noktada devlet mekanizmasıyla sağlanan ekonomik rant alanlarının dini inançlarla sımsıkı ilişki halinde olduğuna inanılınca, halkın yararına olmayan bu kazanımları ve kurumları eleştirmek, dine karşı saygısızlık olarak lanse edilir hale geldi.
Mevcut durumda Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yaptığı tam da budur; kendilerini eleştirenlerin "darbeci" olarak itham edilmesi de, seçim kampanyalarında HDP'nin Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kaldırılmasına ilişkin vaadinin "dinsizlik" olarak çarpıtılarak toplumsal bir ayrışma aracı olarak kullanılması da bu anlayışın yansımasıydı.
Tayyip Erdoğan'ın Diyanet İşleri Başkanı'na zırhlı araç tahsis etmek suretiyle dinin devlet mekanizmasının bir parçası olduğunu kabaca bir tavırla vurgulaması, hükümetin her icraatını dini referanslarla kamuoyuna sunması, sadece bir sömürüyle açıklanmayacak ölçüde derinliğe sahiptir.
Bu derinlik aynı zamanda Kürt sorununun çözümünü engelleyen, sorunun dini sömürüyle bertaraf edilmesini amaçlayan bir politikayı öngörmektedir.
Sömürge valilerinin bir elinde İncil, bir elinde boncukla Afrika'yı talan etmesi gibi, Erdoğan'ın seçim zamanı Kürdistan'da Kur-an'la miting yapması, bununla Kürtleri kandırabileceğini düşünmesi aşağılayıcı olduğu kadar, sarsıcı oldu. Cumhuriyet tarihi boyunca umulan ancak sonuç alınmayan asimilasyonu ümmetçilikle yapma planı "Muhafazakâr doktrinin" nihai hedefi olarak kayıtlara geçti.
MHP'nin inkâr siyasetinin, AK Parti'de bu denli güçlü karşılık bulması, biri diğerini ihanetle suçlarken toz bulutu dağılır dağılma can ciğer olmayı ihmal etmemeleri, Kürtlere karşı milli ittifakın neferi olmayı kutsal bir görev bilmeleri, Kürt sorununun varlığının ve Kürtlerin haklılığının kanıtıdır.
Bu manada bürokratik kurumlarıyla, kendilerinin emir eri gibi çalışan sivil toplum kuruluşlarıyla, medyasıyla, muazzam bir kara propaganda düzeni tahkim edildi.
Peki bu AK Parti karşıtlığı nerden doğuyor derseniz; ilkel bir düzene karşı koyma refleksidir. Ve görece iyi olanı koruma amacı taşır.