Bayağı uzun bir zaman oldu, “imza günü” denen bir uygulama var. Bizim ülkede “Birinci Geleneksel Bilmemne Festivali” yapılabildiğine göre, bu artık haydi haydi “geleneksel” oldu sayılır.


Yanlış hatırlamıyorsam Türkiye’de bu âdeti Aziz Nesin başlatmıştı. Daha önceleri başka yerlerde var mıydı? Şimdi var mı? Bunları bilmiyorum. Olabilir tabii.


Aziz Nesin veya başkası, kimin aklına geldiyse, neydi amacı, niçin böyle bir “tören” icat olundu? Daha çok kitap satılması için, tabii. Memlekette yeterince kitap alınmadığından, okunmadığından yakınır dururuz. İşte, yazar gelmiş oturmuş, kitabını satın alan kişinin elindeki nüshaya bir imza çakıyor. Böylece o okurun elinde, evinde, rafında, falanca yazardan imzalı bir kitap bulunuyor. Sonra o kitabı, o nüshayı ne yapıyor, bilemiyorum. Herkesin mizacına kalmış bir şey. Arada sırada raftan indirip o sayfaya bir daha mı bakıyordur? Evine eş dost geldikçe, “Bakın bende ne var” diye açıp onlara mı gösteriyordur? İmza günleri çoğaldığına göre “imzalı kitap” koleksiyonu mu yapıyordur?


Ama belli ki bir değeri var : “kullanım değeri” mi, “mübadele değeri” mi? Bu konuda bir Marksist analiz dahi attırabiliriz. Bunun kitaba bir “katma değer” sağladığı açık.


Bu şekilde imzalatılan kitabın okunduğuna dair bir bilgimiz yok –olması da zor, nereden araştıracaksın? İmza yazarla bir “ünsiyet” ima ettiğine göre, belki, “arkadaşının yazdığı kitabı okuma” şeklinde tezahür eden bir merak yaratıyordur.


Ama halkımız belli ki kitaba değer verdiği kadar imzaya da değer veriyor, çünkü sahafların verdikleri birçok yazılı ilânda, “yazarından imzalı” diye bir ibare görüyorum. Bu da biraz fiyat arttıran bir özellik oluyor. Mekanizmayı çözmekte biraz zorlanıyorum. Yazar Ahmet, dostu Mehmet’e bir kitabını imzalamış. Ben de okur Hayrettin, bu kitabı alıp rafıma koyuyorum. Benim olayla ne ilgim ya da olayın benimle ne ilgisi var, belli değil, ama böyle oluyor.


Yıllar önce sahafta Hayyam’ın Fitzgerald çevirisi, resimli, pahalıca bir kitabını görmüştüm. İçinde Fransızca ithaf : “À ma chère Chantaly, pour ses beaux quinze ans.” “Onbeşinci güzel yaşı için sevgili Chantaly’me.” İmza Nathalie. Kimbilir ne oldu. Ama Chantaly, Nathalie’yi sahafa satmış gibi görünüyor. Ben, Nathalie’ye üzüldüğüm için almıştım o kitabı. Bunun mantığı başka. Hayyam’dan imzalı değil.


Ne demek imza? Bir şey yazmışım, sevdiğim bir insan var, bunu ona armağan etmek istiyorum. Yaptığım bu işi yazıyla da tesbit ve tescil etmek istediğim için yazıyorum kitabın o sayfasına, imzamı da atıyorum. O kişinin de benim bu armağanımı değerli bir nesne olarak saklayacağını umuyorum.


İmza günü yapınca ne oluyor? Hiç yapmadığım için pek iyi bilmiyorum ama yapmadan da bilinecek tarafları var elbette.


Kimi, popüler olmayan yazar, melûl mahzun oturuyormuş, sabahtan akşama üç kişiye, beş kişiye imza vererek. Böylesi belki daha iyi, izdiham olmadığı için üç beş kelime sohbet edebilir, imza verenle alan birbirlerini biraz tanıyabilirler. Ama, tabii, izdihama yol açan yazar da var. Onların önünde kuyruk oluşuyor, iki laf etmeye de zaman yok. “Adınız?” İki çizik, bir imza, “Sonraki!..”


Her türlü nesnenin ticarileştiği bir çağda yaşıyoruz. Kapitalizmin büyük başarısı.


Zaferin en büyüğü, fabrikada, sokakta, kurumlarda, mecliste değil, mantıkta, değerlerde kazanılanı.