Bazılarının zannettiği gibi, ‘onur’ gibi kavramlar tarihsel gelişimin kolaylıkla mahkûm edip çöpe atabileceği kavramlar, ‘değerler’ değildir. Son zamanlarda hâlâ peşinden gidilebilen ve kadınlara türlü baskılar şeklinde geri dönen, ‘onur’ ‘şeref’, ‘namus’ kavramlarının kadın cinselliği üzerine tahakküm biçimi şeklinde anlaşılıp hayata geçirilmesi başka şey, bu değerlerin ‘geri’ diye tümüyle mahkûm edilmesi başka şeydir.
Modern düşüncenin, bu tür kavramların, ataerkil ve feodal baskı ve hiyerarşi araçları olarak tanımlanıp yaşanmasına itirazı önemlidir. Ancak, modern düşünce, insan hayatı için önemini hiç kaybetmeyecek ‘değerler’ dünyasını toptan reddetmez. Etmeye kalkışırsa, ‘insan’ı, sadece maddi refah ile tanımlamaya indirgemiş oluruz. Dahası modern düşünce ve dünyanın kurucusu olan Aydınlanma düşüncesinin ve liberalizmin temel kavramları da başta ‘özgürlük’ olmak üzere, soyut değerler üzerine kuruludur. Bu değer ve kavramları sonsuza kadar tartışabiliriz, ama yok sayamayız.

‘Gerilik’ göndermesi
‘Onur’ gibi kavramların modern dünyada yeri olmasa idi, modern tarih Huxley’in, ‘Cesur Yeni Dünya’ adlı ünlü fütürist romanında çizdiği, sorun ettiği tablo ile nihayetlenirdi. İnsanların ‘onur’dan ne anladığını ve bu uğurda yapıp ettilerini ‘geri’ bir dünyanın uzantısı olarak hızlıca mahkûm edemeyiz. Ona bakarsanız, aşk da insanın ‘refah ve huzur’ arayışı ile açıklanamayacak soyut bir kavram, irrasyonel ve duygusal bir düşünme-davranma biçimidir. ‘Ya benim olacaksın ya kara toprağın’ diye yola çıkan aşk cinayetini hoş göremeyiz, ama Sezen Aksu’nun, ‘aşk için ölmeli insan, aşk o zaman aşk’ şarkısını dinlerken tepkimiz, ‘bu çok irrasyonel bir tavır’ olmaz.
Bu uzun ve derin bir mevzudur, üzerinde çok düşünmeye değer ama kimse, hızlı onur-ataerkillik denklemi kurup, bunun üzerinden Kürt siyasal hareketine, ‘gerilik’ göndermesi yapma cinliği yapmaya kalkmasın. Kürt siyasal hareketinin eleştirilecek birçok yönü bulunabilir ama eleştiri de, onurlu ve hakkaniyetli olmalı.
Bir zamanlar, Cumhuriyet’in resmi tarihini sorgulamak için yola çıkıp, onun bir karbon kopyasını kaleme almaktan öteye gidemeyen bir zamane demokratı da, ‘haysiyet’ ve ‘izzeti nefis’ kavramlarını, ‘modern öncesi toplumlara özgü sembolik-duygusal düşünce tarzı’ diye tanımlamıştı. Bu düşünce biçimine liberal-pozitivist bile diyemeyeceğim, bu düpedüz insan gerçeğini kavrayamayan bir dar kafalılık. Öyle olduğu için, bu dar kafalılık insanlığa yeni ufuklar vaat edemedi. Onuru, şerefi kadın cinselliğine indirgeyen Ortaçağ dar kafalılığı ve dini-ahlaki düşünce krizinin yerini, modern düşünce krizinin çeşitli biçimleri aldı.

İnsan onuruna yakışır bir hayat
Artık insanlık ‘onur’ da dahil hiçbir yüksek değer adına, birbirini boğazlamasın, ‘savaş çığlığı’ atmasın diye yola çıkmak insanlık için büyük kazanım olabilirdi. Ama bunun yolu insan onurunu hiçe saymak ve insan hayatını maddi refaha indirgemek değil, insan onuruna yakışır bir yeni hayat tasavvuru kurmak olabilirdi. Bu gerçekleşmediği için insanlar hâlâ birbirini kıymaktan vazgeçmiyor, insanlara ‘onurunuzu yok sayın, yok öyle bir şey’ derseniz silahlarını bırakmazlar, onurlu yaşamın yolunun silahtan, çatışmadan geçmeyeceği bir dünya, toplum, ortam oluşturursanız maksat hasıl olur.
İnsanların değerlerinden, duygularından feragat ettiği bir dünya teklif ederek, duygulara esir olunan, değerlerle taçlandırılmış ve sonu gelmez bir dalaş dövüş sarmalından kurtulamayız. Çünkü teklifin cazibesi, insan onurunu tasfiye değil, taltif ederek mümkün olabiir.