"Ruh yara aldı mı bir kere, durmadan acı yürür bedene... Et acır, kemik acır, kan bile acır."

Dün beni derinden etkileyen, belki de derindeki etkiyi açığa çıkaran bu cümleyi okudum bir yerde.

Suriyelilerin pek seyrek yaşadığı mahalleden geçerken bir anda aklıma düştü. Çoğu bizim dilimizden, kültürümüzden olan bu insanların çoğumuza tanıdık gelen hikayeleri var. Eğer iğrenmeden Suriyelilerle diyalog kurmaya çalışırsanız, ortak duygulara, acıdan lime lime olmuş yüreklere rastlarsınız.

Çıplak ayaklı bebekler, dilencilik yapan kadınlar, çocuklar, bir köşebaşında mendil satan babalar ne yapıyor diye dönüp bakarsanız, aileleriyle sokaklarda yaşıyor diye küçümsemeden gözlerinden ruhunuza süzülen ışığı hissederseniz kendi hikâyenizi göreceksiniz.

Etimin, kemiklerimin hatta kanımın acısı katlanacak gibi olmadığından onlarla savaşı değil savaştan öncesini konuşmak istedim.

Bir kadın üç çocuğuyla birlikte izbe bir sokakta yere karton sermiş, bir yandan çocuklarına bir şeyler yedirirken bir taraftan da sokakta geçenlere el uzatıp yardım istiyor. Çocuklar neşeli, kadın gergin ve üzüntülü. Öyle ki uzaktan bakınca bile savaştan bir manzara yüzünüze vuruyor.

Usulca elimdekileri uzatıp merhaba dedim. Kadın hafiften tebessüm ederek mendil satan adama baktı. Adamın kararlı adımlarla bize doğru geldiğini görünce ayağa kalkıp onun gelişini bekledim. Bu arada çocukların isimlerini öğrendim. Mirvan, Jamal ve Bewar... Bewar en küçükleri. Ülkesini terk etmiş bir çocuğa verilecek en anlamlı isim Bewar yani yurtsuz, topraksız..

Adam geldi sıcak bir içtenlikle merhaba dedi. Keşke yüzündeki kederi kelimelerle anlatacak kabiliyetim olsaydı ya da buna imkan verecek kelimeler.. Saçı başı düzgün, giyimi temizdi. Kederiyle büyüyen sakalı olmasa mülteci olduğu bile anlaşılmazdı. Muhtaç durumdaki oydu ama utanan bendim. "Size kahve ısmarlayacak bir evimiz yok" dedi anlaşılır güzel bir Türkçeyle. Buyurun ne istiyorsunuz?

Sizleri tanımak istiyorum. Savaştan önceki yaşantınızı, misafirlerinize kahve ısmarladığınız evinizin hikayesini öğrenmek istiyorum dedim bir solukta. Eşiyle göz göze geldi. Büyüsü bozulmuş bir şarkıyı birbirlerine fısıldar gibiydiler. Sonra bana baktılar. Kadının yüzünde sonsuz bir acı vardı. Ruhundan taşıp beni sürükleyen bir acı.. Kocasının daha ifadesiz bir bakışı vardı. Ellerini dizinde birleştirip sakin bir sesle anlatmaya başladı.

"Biz savaşın bu kadar şiddetli yaşanacağını düşünmüyorduk. Zaman zaman sert rüzgârların estiği ama çoğu zaman ikindi güneşiyle ısınan bir hayatımız vardı. Suriye'nin en iyi kentlerinden birinde yaşıyorduk. Kocaman bir bahçenin içinde şirin bir evimiz vardı. İyi komşularımız vardı.

Sonra biraz sustu, karısıyla tekrar o esrarengiz bakışta buluştular. Bir süre öyle bakıştılar, sonra kirpikler kırıldı bakışlar yere indi.

Saman alevi gibi bir anda ateş aldı her yer. Bize zaten bir şey olmaz diyerek tedbir alma gereği bile duymadık. Oysa ülkede hemen her gün çatışma ve patlama haberi alıyorduk. Her şey o kadar hızlı gelişti ki bir gece uyandık ve kendimizi şehirden kaçarken bulduk. Yanımıza hiç bir şey alamadık. Yine de umutsuzluğa kapılmadık. Sabah olunca her şey düzelir evimize geri döneriz dedik. Ne o sabah ne bir başka sabah dönemedik evimize. Evimin anahtarları hâlâ bende ama o gece kapıyı bile kilitlemedik. Sonradan öğrendim ki evimizi bombalamışlar. O ev o bahçe, o komşular yok artık. Geçmişimizin tek hatırası bu anahtarlar kaldı. Kapımıza kilit vurmayan anahtarlar!

Ben Lübnan asıllıyım. Eşim Kürt. Lübnan'da üniversitede tanışıp evlendik. İç savaştan dolayı Suriye’ye kaçtık. Yeni bir hayat kurduk, yeni komşular edindik. Çocuklarım Suriye'de doğdu. Biz eşimle ikinci iç savaşı geride bırakıp İstanbul'a geldik. Lübnan'da yıkılmış bir ülkeyi geride bıraktık Suriye’ye geldik. Maalesef Suriye daha beter oldu. Şimdi dönüp bakınca meğer ne çok kin, ne çok nefret biriktirmişiz diyorum. Bir ülkeyi yerle bir edecek, yüzbinlerce insanı öldürecek, milyonlarcasını sürgüne gönderecek düşmanlık bayrağı altında yaşamışız yıllarca. Bunu nasıl farkedememişiz!

Bizim oturduğumuz yere saldırı olduğu gece evimizi yakmaya çalışan komşularımızdı. İyi komşularımız! Deli gibi silahla sağa sola saldırıyorlardı. Bizi savaşın içine atanlar korunaklı evlerinde otururken, biz kurbanlar canımızı kurtarmanın derdine düşerek kaçmaya çalışıyorduk. Gecenin karanlığında çılgınlar gibi bağıran, evleri ateşe veren, komşularını bile acımasızca kurşuna dizen o insanların ne hesabı vardı? Neden öyle çıldırdılar, kimin adına o kadar insan öldürdüler?

Hayatlarımızı çaldılar, çocuklarımızın umutlarını kurşunladılar. Bu bizim savaşımız değildi. O gece ve sonraki geceler çılgınlar gibi kurşun sıkanların da savaşı değil. Kimi din uğruna, kimi mezhep uğruna, kimi ganimet uğruna bu savaşa odun taşıdı. Onlar bunu yaparken biz sessiz kaldık. Bizim de suçumuz budur işte. Bize bir şey olmaz rahatlığı, ülkemizi harap etti. Şimdi bu soğukta acıyacak bir çift göz, başımızı sokacak bir yer arıyoruz. Ben ne zaman eşimin gözlerine baksam üniversite yıllarımı, o mutlu yuvamı görüyorum. Oysa şimdi İstanbul'da soğuk kaldırımlarda yaşam savaşı veriyoruz.

Kıssadan hisse çıkar mı bundan!

Ülkemizin bir tarafında iç savaş manzaraları varken, bir taraf sessizce olan bitene seyirci kalıyor. Suriye’yi cehenneme çeviren "bize bir şey olmaz" rahatlığı şimdi Türkiye'de sahneleniyor.

Suriyelilerin bir bölümü zulme sessiz kalıp, küçücük evlerinde büyük umutlar yaratmaya çalıştılar. Ama olmadı, savaş en evvel onların yuvalarına girdi. Sessiz kalarak suç işlediklerini buz gibi havada kaldırımlarda beklerken anladılar.

Peki ya ülkemizin insanları!

Sessizliğin ölüme ve zulme rıza göstermek olduğunu ne zaman anlayacaklar?

İç savaş manzaraları ülkenin her yerini sardığı zaman mı?

O gün geldiğinde Kürt olmamak, Alevi olmamak, inançlı olmak sizi kurtarmayacaktır. İyi komşularınız en evvel sizin evinizi yakacak. İlk kuşunu size sıkacak.

JÖH, PÖH, Esedullah Timleri geride korkunç manzaralar bırakarak Kürt kentlerinde Kürtleri avlarken, sizler küçücük evlerinizde büyük nefretler biriktirip alkış tutuyorsunuz. Suriyeliler de bunu yapıyordu. Esad'ı sevenler ve sevmeyenler birbirlerinden ölesiye nefret ediyorlardı. O nefret hepsinin sonu oldu. Ama nefretin ve sevginin objeyi olan Esad hâlâ yaşıyor.