Bizler ‘yazı mahkûmu’yuz. Gazetelerde her Allah’ın günü bir köşeyi doldurmak zorunda olan yazı mahkûmları...
Bu yüzden, genellikle kafamızın arkasında dönen bir teyple dolaşırız.
Biz fark etmesek de, o görünmez cihaz sürekli bir şeyler kaydeder.
Bir de maden arayışımız hiç bitmez.
Arada bir çabuk tarafından yazı çıkarmak için işlenebilecek bir maden yakaladık mı, işimiz kolaylaşır.
Evet, bencillik diyebilirsiniz.
Ama bu bir ‘vakıa’dır eski deyişle.
Bir süredir İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’i yakın markajda tutmaya çalışıyorum. Konuşmalarını izliyorum.
Sayın Bakan’ın böyle giderse, bizler için gerçek bir maden haline geleceği konusunda artık herhangi bir kuşkum kalmadı.
Öyle laflar ediyor ki, demokrasiydi, hukuktu, ifade özgürlüğüydü bir anda dümdüz ediyor.
Alt alta sırala, koy bir yorum cümlesi, al sana bir yazı!
Sayın Bakan’la ilgili son yazım geçen 18 Kasım’da çıkmış. Söylediklerinden bazı alıntılar yapmışım.
Büşra Ersanlı tutuklanınca:
“Otuz bin profesör var, bini tutuklansa haydi neyse, ama bir kişi için koparılan kıyamet de ne?”
Van’da deprem çadırlarını gezerken:
“Saray gibi çadırlar, keşke biz de buraya mı gelsek?..”
Kürt sorunu:
“Kürt sorunu, Kürt sorunu deniyor. Ben o tarafları iyi bilirim, gezdim dolaştım ben göremedim ne olduğunu...”
‘Aydınlar’a ilişkin yüksek beyanı:
“Bu işler öyle Boğaz’da oturup içki masalarında konuşmakla hallolmaz.”
Yine Büşra Ersanlı hakkında:
“Büşra Ersanlı profesör hanımefendinin 80 öncesi gençlik yıllarına bir yolculuk yapmanızı tavsiye ederim değerli arkadaşlar. Hangi suçtan, hangi komünizan faaliyetten mahkûm olduğunu, cezaevinde yattığını, akrabalarının kim olduğunu, eniştesinin bu ülkede bir başka faaliyetten tutuklu olduğunu, bir başka sevdanın yolcusu olduğunu araştırırsanız görürsünüz. İsim vermek istemiyorum.”
Sayın Bakan’ın bu sözleri geçen ayın.
Önceki gün de şu sözler kayda geçti:
“Terör örgütünün yürüttüğü çalışma sadece dağda, bayırda, şehirde, sokakta, arka sokaklarda haince pusu kurarak yaptığı saldırılardan ibaret değil.
Bir başka ayağı daha var.
Bilimsel terör var...
Resim yaparak, tuvale yansıtarak, şiir yazarak, şiire yansıtıyor, günlük makale yazarak.
Hızını alamıyor.
Terörle mücadelede görev almış askeri ve polisi, sanatına çalışmasına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyorlar. Terörle mücadele edenle bir şekilde mücadele ediliyor.
Arka bahçe İstanbul’dur, İzmir’dir, Bursa’dır, Viyana’dır, Londra’dır, Washington’dur, üniversitede kürsüdür, dernektir, sivil toplum kuruluşudur...
Arka bahçede ayrık otuyla ayrık otları birbirine karışıyor. Bir kısmı faydalı, bir kısmı zehirli...”
Sayın Bakan böyle demiş.
Bunlara eklenecek bir şey yok. Bu sözler, demokrasiyle, demokrasi kültürüyle, ifade özgürlüğüyle yan yana gelemez. Tehlikeli bir zihniyetin ürünü bu sözler.
Ali Bayramoğlu dün Yeni Şafak’ta “İçişleri Bakanı ‘bir marangoz hatası’ mı?..” başlığını koyduğu yazısını Başbakan Erdoğan’ı ilgilendiren satırlarla şöyle bağlamış:
“Ama mesele ‘bakan’da değil...
Mesele ‘tercih’te...
Soru açık:
Tercih bakan tercihi mi, yoksa siyasal tercih mi? Marangoz hatası mı yoksa marangozun yeni tarzı mı?”
Dün Fehmi Koru’nun Star’daki köşesinde de İçişleri Bakanı vardı. “1990’lar zihniyetinin günümüzde hortlaması”ndan duyduğu rahatsızlığın, korkunun altını çiziyor ve ekliyordu:
“Hükümetin Kürt sorunu veya terörle mücadele politikalarında galiba ince ayara ihtiyaç var.”
İnce mi, kalın mı bilemiyorum.
Ama yanlış giden birçok şey var.
Ve böyle giderse, anlaşılan, ‘maden’i işlemeye devam edeceğiz.