Uçak havalandı, çelik kanatlar gri bulutları yara yara bizi semaya taşıdı. Aylardır beyaz örtünün muhasarasında yaşayan şehir, kardan evleri, lekeli tepeleriyle kayboldu uçağın oval penceresinde...
Epeyce bir kanat çırptıktan sonra yükseldik, sarsılarak bulutları deldik ve aniden güneşe erdik.
Oradaymış meğer...
Biz nicedir yeryüzünde onun hasretini çekerken, o sanki onsuzluğa ne kadar dayanabileceğimizi test etmek istercesine gizlenmiş gökyüzünde...
Esirgemiş kendini bizden...
Aramıza yerleşen somurtkan bir bulut kümesi yüzünden, mahrum kalmışız sıcağından, ışığından, nurundan...
* * *
Bulutları aşınca bir tutam güneş, uçağın minik penceresinden süzülüp sol omzuma yaslandı; saçlarını kucağıma dağıtıp dizimi okşadı.
Tatlı bir gün uykusunda sevdiğinizin sessizce örttüğü battaniye nasıl ısıtırsa içinizi, ansızın çıkagelen bu ışık buketi de öyle ısıttı tenimi, kalbimi...
Elimi açıp güneşe yatırdım, onu özlemiş gözeneklerimi ışığa batırdım.
Sonra yavaşça yumdum avucumu, onu tutup saklayabilecekmişim gibi, her daim yanımda taşıyabilecekmişim gibi, cebimde onunla ısınabilecekmişim gibi hissettim.
* * *
Ben güneşli ayların çocuğuyum; yaz ateşi doğumluyum.
Bana göre değil, böyle aylarca yürüyen kardan adamlar gibi gezmek, kapalı mekânlarda havasızlık çekmek, toprakla tabanım arasında botlar, buzlar, karlar hissetmek...
Yorgunum, aylardır kalın paltolar altında büzülmekten, kurşuni gökyüzüne bakıp cemre gözlemekten, leylak kokularıyla çıkagelip beni yeniden hayata raptedecek güneşi özlemekten...
Sadece sıcak ya da ışık değil ki o; ümit, aynı zamanda; bahar kokusu, hayat coşkusu, yaşama sevinci...
“Bugün karanlık bassa da, yarın yeniden gün ışır” inancı...
O yüzden yokluğunda, keder bulutlu bu gökyüzü, ruhumuzu da griye boyadı.
Gündem, güneşsizlikten mi bu kadar kasvetli, yoksa güneş mi ışığın kıymetini bilmememize kızıp gecikti, bilmiyorum. Ama şu bulutlar yarılsa, şöyle kocaman bir güneş açsa, şehir grilerini çıkarıp yeniden renklerine kavuşsa, yollarımız, kollarımız çözülse buzlarından, birbirine kavuşsa, ruhumuz da ısınacak, üzerimizdeki kasvet dağılacak gibi hissediyorum.
Güneş, beni buna inandırmak ister gibi, bir görünüp bir kayboluyor.
Umutlandırıp vazgeçiyor.
Nazlı bir yavuklu gibi hepten özletiyor kendini...
* * *
İşte o yüzden, pek kıymetliydi semadaki buluşmamız...
El ele hasret giderdik bir uçuş süresince...
Mahrumiyetinde buz tutmuş kemiklerim ısındı. Eridi sarkıtları, dikitleri ruhumun, yüreğime aydınlık yayıldı.
Havayı içime çektim; güzel günlerin habercisi gibi leylak kokuları geldi burnuma...
Uçak, sarsılarak, yeni bir gri şehrin lekeli beyazlığına doğru alçalırken, güneş de çekti elini elimden, telaşla toplayıp omzumdan uzun sarı saçlarını, kaybolup gitti penceremden...
* * *
Ama giderken, haddinden uzun sürmüş bu karlı kasvetten yorgun düşmüş ruhlara haber yolladı:
“Ben buradayım, hemen yukarıda” diyor, “Az kaldı, bizi ayıran bulutlar dağılır yakında...
“Kasvete kapılmayın; karanlık geçicidir.
“Umutsuz her gece, ümitvar bir güneşe gebedir.”