AKP ve MHP koalisyonu olarak devam eden iktidar bloğu halktan aldığı desteğin giderek azalması ve mevcut koşulların devam etmesi halinde yönetimden uzaklaşacağının anlaşılması üzerine çılgınlıklarını, saçmalıklarını arka arkaya devreye sokmaya başladı.

Halka somut faydalar, insanca bir gelecek perspektifi, umudu sunamayan rejim yıllardır elini sürmediği “Kanal İstanbul” gibi doğal, çevresel, ekonomik, sosyal felaketler getirecek bir projenin düğmesine siyasi göz boyama ve rant kumarı uğruna basmış durumda.

Suriye’de meşru rejimi devirmek için yıllardır sayısız İslami faşist grubu destekleyen, Suriye’deki Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını engellemeye çalışan yönetim buradaki başarısızlıklarının ardından yeni girişimler deniyor. Bu sefer farklı bir maceraya atılarak Türkiye ve Katar dışında kimsenin arkasında durmadığı Libya’daki İhvancı hükümeti ülke gençlerinin kanı ve canı pahasına desteklemek için meclisten tezkere geçirdi.

“Yerli Otomobil” komedisi bir başka can simidi olarak ortaya atılmış durumda. Katma değeri yüksek bütün esaslı parçalarda dışa bağımlı olacağı anlaşılan bu girişim, % 50 daralan iç pazar ve büyük uluslararası rekabet ortamında hiçbir getiri sağlayamayacağı bilindiği halde bir şov ve göz boyama malzemesi olarak öne sürüldü.

İktidarını kaybediyor olmanın getirdiği panikle Erdoğan yönetimi çılgınca oraya buraya saldırıyor. İçte ve dışta savaş, ölüm, felaket getiren politikalar bugüne kadar şu ya da bu biçimde ittifak içinde olunan düzen içi kesimlere yönelik tehdit ve sindirme girişimlerine paralel biçimde devam ettiriliyor.

Cumhuriyet tarihi boyunca emekçi sınıfların sömürülmesinde ortaklaşan hakim sınıflar ve onun parçası bürokratik mekanizma aralarındaki kimi çelişkilere rağmen genel olarak bir uzlaşı içinde iktidarlarını sürdürmüştü.

Bu uzlaşı AKP hükümetlerinin verdiği destekle aşırı bir güce ulaşan ve bu güçle zehirlenen Gülen cemaatinin darbe girişimlerine verilen yanıtlarla bozuldu. Cemaatin ekonomik, siyasi, toplumsal yapıları büyük oranda yasadışı uygulamalarla ve temel hak ve özgürlükler çiğnenerek dağıtıldı.

Mehmet Ağar’ın son açıklamaları bu politikanın AKP’den kopan kesimlere yönelik olarak da düşünüldüğünü gösteriyor. Mehmet Ağar 22 Aralık 2019 günü İstanbul’daki bir toplantıda yaptığı konuşmasında yeni kurulacak partilerin mutlaka vazgeçirilmesi, büyük milliyetçi muhafazakar iktidarı parçalamak için girişilen siyasi teşebbüslerin engellenmesi gerektiğini, aksi takdirde sonuçlarının çok ağır olacağını ifade etmişti.

(Mehmet Ağar ve Tansu Çiller’in yeniden sahnelerde boy göstermesi tabii ki bununla sınırlı değil. Ekonomik, siyasi ve ideolojik kriz içindeki iktidarın 90’ların işkence, gözaltında kayıp, yargısız infaz, paramiliter güçlerin kullanılması politikalarını yeniden kullanma ihtiyacını duyması ve tekrar devreye sokması doğal olarak işin uzmanlarına başvuruyu gerektiriyor.)

Devrimci, sosyalist güçlerle eşyanın tabiatı gereği uzlaşmaz çelişkiler barındıran düzenin bugünkü egemeni Erdoğan, işi öyle bir noktaya getirmiş ki, iktidarı ne CHP ile ne kendisinden kopan düzen içi güçlerle de paylaşamayacak, yeri geldiğinde onlara devredemeyecek kadar keyfiliğe, yolsuzluğa batmış durumda. Düne kadar politikalarının birebir sorumluluğunu taşıyanların ayrılma ve yeni parti kurmalarına bile tahammülü olmayan bir diktatörlük rejimi altında yaşadığımız bu açıklamalarla bir kez daha görülüyor. İktidar koltuğundan kalktığında altındaki pisliğin kendilerinin bir köşeye çekilip yaşamlarını sürdürmesine imkan vermeyecek kadar büyük olduğunun bilincinde. Cem Küçük’ün deyişiyle o gittiğinde kendisi ve yakınlarının, iktidarı alacak güçler istemese bile yargı önüne çıkması çok muhtemel.

Düzen içi güçlere tehditler savuran mevcut rejim esas düşman olarak bellediği sol, ilerci kesimlere yönelik daha büyük ve hukuk dışı planlamalar içinde. 2 Ocak 2020 tarihli konuşmasında Erdoğan “Artık şehirlerimizin güvenliğini sadece kolluk güçleriyle koruyacak durumda değiliz. Yeni fikirler geliştirilmeli” diyebilecek kadar pervasızlaşmış.

Uzun süredir yürütme gücünü hukuk ve anayasa dışı bir “İstisna Hali”nin keyfiyetiyle donatan, yargıyı doğrudan kendisine bağlayan, zaten etkisiz olan Meclisi formaliteye çeviren Erdoğan halkın memnuniyetsizliğini kolluk güçleri dışındaki oluşumlarla, muhtemelen de kendine bağlı sivil paramiliter güçler ya da SADAT benzeri yapılarla bastırmayı planlıyor. Yani 1970’lerde ilerici gençlere, hareketlere karşı ülkücü kesimlerin kullanılması, 1990’larda da Kürt hareketine karşı Hizbullah’ın örgütlenmesi gibi planlar yeniden ısıtılmakta.

Çılgınlık, saçmalık, hukuksuzluk, insan hakları ihlalleri daha önce görülmediği kadar iktidarın tuttuğu her yerden fışkırıyor. Hukuk ve yasa büyük oranda askıya alınmış, keyfi bir yönetim kendini dayatmış durumda. Ortadoğu’nun Amerikan saldırıları iyice karıştığı bugünlerde iktidar bu karmaşayı kullanarak içte ve dışta yeni baskıları, yaşam hakkı dahil temel haklara yönelik saldırıları ve hukuksuzlukları yaşama geçirmeye çalışacaktır.

Olanaklarımızı ve mücadele fırsatlarımızı eskisinden çok daha fazla artıran gerçek ise halkın yarısından fazlasının bu politikaları çoktan fark etmiş olmasıdır. Bu noktada yapılması gereken iktidarın milliyetçilik ve din soslu, içi boş, ama dışı albenili, kitleleri hala etkileyebilen politikalarının etkisinde kalan kesimlere ulaşabilmek, onlara gerçekleri gösterebilmek. Libya, Kanal İstanbul saçmalıklarını, yerli otomobil komedisini, bütün bu yolsuzluk, hukuksuzluk düzenini kitlelere anlatabilmek o kadar da zor değil.

Bir an önce bulunduğumuz konumları bırakıp kendimizi kitlelerin üzerinde görme kibrinden uzaklaşarak bıkmadan, usanmadan halka gerçekleri anlatmalı ve bu arada devletin yeni paramiliter örgütlenme girişimlerine karşı uyarılarımızı yüksek sesle ifade etmeli, güvenliğimizi alacak önlemleri hayata geçirmeliyiz.